12 Ekim 2011 Çarşamba

Silivri’deki hücre uygulaması meselesi

Sevgili okurlarım, geçen günlerde, Ergenekon tertibinden yargılanan Tuncay Özkan ve Dursun Çiçek gibi sanıkların avukatlığını üstlenen Celal Ülgen ile dava süreciyle ilgili istişare fırsatım oldu. Sonrasında Ülgen, bana çarpıcı tespitlerinin bulunduğu bir notunu paylaştı. Ben de bu çarpıcı ve aydınlatıcı notu, sizlerle paylaşmak istiyorum…

***

Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan’dan sonra artık Levent Bektaş (Poyrazköy davası Sanığı) ve Mustafa Levent Göktaş da tek kişilik hücrelerde. Her iki müvekkilimiz çektikleri faksla, karşılaştıkları insan onuru ile bağdaşmayan bu durumu bize bildirdiler.
Bilimsel çalışmalar, bir kişinin, fiziksel ve ruhsal bütünlüğünü koruyabilmesi için “uygun, yeterli ve değişken dış uyarılara” gereksinim duymasının gerekli olduğunu vurgulamaktadır. Adına F tipi de dense L tipi de dense, yüksek güvenlikli cezaevlerinde tutukluların; adını “tek tek” taktıkları, tek kişilik hücre blokları insan sağlığı üzerinde olumsuz sonuçlar doğurmaktadır.
Artık çok sayıda tutuklu, Silivri’deki L 1 Cezaevinde her biri bu 5 tek kişilik hücreden oluşan ve 5 tek kişilik hücrenin ortak avlusu bulunan bloklara tek tek kaldıkları için tecrit içinde tecrit uygulanmaktadır.
Yani, örneğin Balbay, 5 kişilik hücre bloğunda tek başına, Özkan ise bir başka 5 kişilik hücre bloğunda tek başına kaldıklarından seslerini birbirlerine duyurma olanakları olmadığı gibi bir başka tutukluya da duyuramamaktadırlar.

*** 

Bu mekânlar, güneş ışıklarının girmesine olanak vermemekte. Aynı zamanda, bu mekânlara, çok küçük radyatörler yerleştirildiği için kış aylarında yeterli ısıtma sağlanamamaktadır.
Bu uygulama insan haklarına açıkça aykırıdır. Özellikle tutuklular henüz hükümlü değildir ve masumiyet ilkesi gereğince suçsuz sayılırlar. Kaldı ki mahkûm olanlar için de bu 5 ayrı kişi için hazırlanmış hücrelerin tek kişi tarafından kullanılması da 5 kişi tarafından kullanılması da sakıncalıdır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu durum izolasyon (TECRİT) uygulamasıdır.
Bu nedenle insan hakları kaynakları, tutukluların sürekli insansız kalmaları, bir başkası ile konuşmamalarının benlik parçalanmasına neden olduğunu ve bu parçalanmanın tutuklulara onulmaz ruhsal acılar verdiğini belirtmektedir.  Hatta Aynı kaynaklar, bu tür tecrit hücresi ile işkence seçenek olarak sunulduğunda, tutukluların işkencelerin bedene vereceği acıları, hücrelerinde insansız kalmaya tercih ettiğini kaydetmektedir.
Bu hücreler, insanca yaşamayı olanaksız kılmakta, tuvalet ile banyonun aynı mekânda olması, bulaşıkların tuvalet lavabosunda yıkanacak olması, sürekli anonslarla, sürekli yanan beyaz ışıklar, tutuklu ve mahkûmlar üzerinde acılı baskılar yaratmaktadır.
Hücreler o kadar küçüktür ki savunmasını yazmak isteyen kişi yatak ve tuvaletten arta kalan kısma masa koyamamakta, hatta namaz kılmak isteyen tutuklu, namaz seccadesini bile serememektedir. Bu anlayışın ulaştığı noktayı halkımız iyi bilmelidir.
Oysa tutukluların masumiyet karinesinden yararlanmaları gerektiğini söylemiştik. Hükümlüler bile, insani ölçüler içinde belirlenmiş mekânlarda tutulmalı ve cezaevinde geçirmek zorunda oldukları zamanları kendilerini geliştirme, dış dünya ile iletişim kurma, diğer tutuklu ya da mahkûmlarla sosyal bağlar kurma, sağlıklı yaşama gibi bireysel ve dokunulmaz haklarını kullanmaları sağlanmalıdır.
Salt baskıcı rejimlerde görünen uygulamaya sessiz kalınması, umursanmaz davranılması ülkemiz aydınının olduğu kadar bir insanlık sorunudur.


Arif ANBAR
Sakarya Gazetesi
http://www.sakaryagazetesi.com.tr/yazar_haber.asp?yazar=22#yazar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Günün fotoğrafı

Günün fotoğrafı
Yılkının özgürlüğü, Mahmudiye / Arif ANBAR