25 Ekim 2011 Salı

Hangisi daha acı? Deprem mi nefret söylemi mi?

Van yerle bir oldu, acıya boğulduk…
Ancak daha acısını yaşamaktayız belki de.
Nefret söylemleriyle…



Depremin yaşandığı günden bu güne sosyal paylaşım sitelerini dikkatle inceliyorum. Karşılaştığım manzara dehşet verici.
Neler paylaşılmıyor ki…
Allah ‘bizi’ gördü, ‘sizi’ böyle cezalandırdı.
Az bile oldu, beter olun.
Herkes ettiğini bulur.
Diyarbakır’da yerle bir olur İnşallah.
Liste uzayıp gidiyor…

***

Deprem normal bir doğa olayıdır.
Sonucunda karşılaşılan ölümlerde…
Fakat insanın insana karşı bu denli öfkesi felakettir.
Türk ile Kürt halkını ayrıştırmaktır.
Birinin diğerinden rövanş alma çabasıdır.

***

Yaşanan felaket tamamıyla terörle ilişkilendirilmiştir.
Vanlıya, ayırt etmeksizin PKK’lı/ terörist denmiştir.
Türk, Kürt, bebek, çocuk, genç, orta yaşlı ve yaşlı demeden.
Bu söylem, binlerce vatandaşımızı yitirdiğimiz, 12 Ağustos 1999 Marmara Depreminde; “Allah büyük! İçki içenlere, fuhuş yapanlara gününü gösterdi!” Söyleminden farklı bir söylem değildir.

***

Bu güne dek PKK terör örgütü ve PKK’nın meclisteki siyasi uzantısı BDP ‘aleyhinde’ sayısız yazı kaleme aldım. Ancak Van’da gerçekleşen olay bunun ötesindedir ve terörle alakası yoktur. Bu bir insanlık olayıdır. Bu insanlık olayına duyarsız kalmak söz konusu olmamalıdır.
Olaya sağduyuyla yaklaşıp birlik olmak, hepimiz için faydalı olacaktır.

***

NOT 1: Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi’nde, Dekan Prof. Dr. Nezih Orhon’un öncülüğünde başlamış olan deprem bölgesine yardım kampanyası, 26 Ekim Çarşamba Günü 17: 00’a kadar devam edecektir.
NOT 2: Anadolu Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Kulübü’nün başlatmış olduğu deprem bölgesine yardım kampanyası 28 Ekim Cuma Günü 17: 00’a kadar devam edecektir.
NOT 3: Anadolu Üniversitesi Kızılay Kulübü ve Eskişehir Kızılay Gençlik Kollarının başlatmış olduğu deprem bölgesine yardım kampanyası süresiz devam edecektir.
- Yardımlarınızı bu kurumlara ulaştırabilirsiniz.
NOT 4: 29 Ekim 2011 Cumartesi Günü, Saat 15: 00’da, Eskişehir Sivil Toplum Kuruluşları öncülüğünde, Cumhuriyetimizin 88. Yılını kutlamak amacıyla geleneksel hale gelen “Cumhuriyet Yürüyüşü” Gerçekleşecektir. Yürüyüş, Adalar Atatürk Caddesi girişinde başlayacak.

Arif ANBAR
Sakarya Gazetesi / MIH

18 Ekim 2011 Salı

Her şey Allahtan bilinirse…


Daha önceleri ‘kıl’a dahi zam yapılsa bizim insanlarımız tepkisini koyar, hakkını aramak adına eyleme geçerdi… Neden zam yapıldığını sorgular, zam yapanın karşısına dikilir ve çekinmeden verir veriştirirdi…

***

Bektaşi’nin biri her ne olursa olsun, ''Allahtan...'' dermiş.
Bir gün bir külhanbeyi bu Bektaşi’nin ensesine okkalı bir tokat patlatmış.
Bektaşi arkasını dönünce külhanbeyi: “Baba Erenler ne bakıyorsun? Allahtan!” demiş. Bektaşi: “Eyvallah evlat… Ben de Allahtan olduğunu biliyorum, ama hangi pezevengin eliyle yaptırdı diye merak ettim, ona baktım!

***

Bizim insanımız önceleri, Bektaşi gibiydi. Allahın takdiri derdi ancak sonrasında asıl sorumlusunu arardı, dersini verirdi.
Şimdilerde her şeyin sorumlusu sadece Allah oldu.
“Allahın takdiri, kul ne yapsın fikri,” insanımızın zihnine işledi.

***

Şimdilerde Allah kul,
Kul ise Allah sıfatı kazandı…

Arif ANBAR
Sakarya Gazetesi / MIH

12 Ekim 2011 Çarşamba

Kadınlar farkında değil / Özel Haber, röportaj

Mor Çatı Sığınağı Vakfı Gönüllüsü Selma Toluay: Kadınlar, sahip oldukları hakların ve erkeklerle eşit olduklarının farkında değiller. Eğitim kurumları küçük yaştan itibaren bu konuda eğitimler vermeye başlamalı.



Kadına yönelik şiddet her geçen gün artıyor. Kadın hakları savunucularına göre şiddetin önlenememesinin en önemli nedeni, yasaların uygulanmaması, kadınların haklarının farkında olmaması ve eğitimsiz erkek. Kadın Hakları Koruma Derneği Genel Başkanı Avukat Gönül İşler, devletin bu konuda büyük yaptırımlar uygulamasının şart olduğunu söyledi. Mor Çatı Kadın Sığınma Vakfı Gönüllüsü Selma Toluay da şiddetin medya sayesinde görünür olduğunu belirtti.

Anne Çocuk Eğitim Vakfı’ndan (AÇEV) Ecehan Balta ise şiddete maruz kalan kadının korunamadığını, şiddet uygulayan erkeğinde cezalandırılmadığını kaydetti.

 Hakları Koruma Derneği Genel Başkanı Avukat Gönül İşler, son iki yılda kadına yönelik şiddet olaylarının yüzde 1400 oranında arttığına dikkat çekti. Yargıçların yasaları uygulamadıklarını ve şiddet olaylarına tarafsız değil erkek gözüyle baktıklarını söyleyen İşler, “Ekonomik sorunlar, psikolojik bozukluklar, kadınlar ve erkeklerin aile içinde yanlış yetiştirilmeleri de şiddet olaylarının diğer nedenlerinden. Devletin bu konuda büyük yaptırımlar uygulaması şart. Bunun yanı sıra kadınların idari mekanizmalarda kayda değer roller alması gerekiyor. Kadınların mecliste ve yerel yönetimlerde en az yüzde 30 oranında temsilleri kadına şiddet sorununu büyük oranda bitirir” dedi.



Mor Çatı Kadın Sığınma Vakfı Gönüllüsü Selma Toluay da, “Aslına bakılırsa kadına yönelik şiddet zaten fazlaydı. Bu güne özgü bir şey olduğunu düşünmüyorum. Şu anda artmış olarak görünmesinin temel nedeni medya tarafından daha çok önem verilip gündem maddesi yapılmasındandır. Tabi bunun sağlanmasında da kadın örgütlerinin yaptığı dikkat çekici çalışmalar önemli rol oynamıştır” dedi.

‘MEB MÜFREDATA ALSIN’

Kadına yönelik şiddetin asıl sebebinin kadınların sahip oldukları hakları bilmemesi olduğunu savunan Toluay, “Kadınlar erkeklerle eşit olduklarının farkında değiller. Bunu sağlayabilmek için kadına küçük yaşlardan başlayarak kazanılmış hakları ve toplumsal eşitlikleriyle ilgili eğitimler verilmelidir. Bu eğitim faaliyeti Milli Eğitim Müfredatı içinde yer almalıdır” dedi.



‘ERKEKLER KORUNUYOR’

Anne Çocuk Eğitim Vakfı (AÇEV) Şiddetsiz Aileler İçin Baba Eğitim Projesi Koordinatörü Ecehan Baltaise kadına yönelik şiddetin temel nedeninin, şiddeti uygulayan erkeğin cezalandırılmaması ve şiddete maruz kalan kadının korunmaması olduğunu vurguladı. Balta şöyle devam etti, “Bunu aşmanın yolu yasaların tam anlamıyla uygulanmasından geçer. Tabii kadına şiddetin temel nedeninin eğitimsizlik olduğunu da söyleyebiliriz. Kadın örgütlerinin neredeyse tümü kadının haklarına ve eşitliğine yönelik sadece kadınlara eğitim veriyor.”

Kadınlarla Dayanışma Vakfı Gönüllüsü Figen Çaban ise konuyla ilgili görüşlerini şöyle özetledi: “Kadına şiddetin en önemli  nedeni, şiddetin meşru olarak gösterilmesidir. Bunun yanı sıra toplum, kadına şiddeti suç olarak değil, aile içi hal olarak görmekte. Tabii bir nedeni de kadınların sosyal ve siyasal yaşama girmemeleri için sistem tarafından şiddetin desteklenmesidir. Bu soruna yönelik yasalar son dönemde iyileştirildi. Ancak yargıçlar tarafından sağlıklı uygulanmıyor. Sorunu çözmek için öncelikle var olan yasaların sağlıklı uygulanması gerekir.


Arif ANBAR
Cumhuriyet Gazetesi - İstanbul Haber Servisi
http://www.cumhuriyet.com.tr/

Dışarıda asker kalmadı / Haber, röportaj

Şehit yakınları,  AKP’ye “Böyle terörle mücadele mi olur” diye seslendi.





Şehit aileleri 30 Ağustos Zafer Bayramı ve Şeker Bayramının ilk gününde şehitliklere akın etti. Hüznün hakim olduğu ziyaretlerde şehit aileleri gözyaşları içinde dualar okudu ve teröre lanet yağdırdı. Hükümeti terörü bitirmeye çağıran şehit aileleri, “Dışarıda asker bırakmadılar, böyle terörle mücadele mi olur?” dedi.




Edirnekapı Şehitliği’ne giden şehit aileleri “artık söylenecek söz kalmadığını, başka ailelerin ocağına ateş düşsün istemediklerini” belirtti. Şehit yakınları, “Her bayramda adresimiz burası, insanlar bayram yaparken biz şehitlerimizin yanında kan ağlıyoruz. Söz veriyorlar, terörü bitirmiyorlar” diyerek tepkilerini gösterdi.

Hükümetin dokuz yıldır terörü bitiremediğini söyleyen şehit aileleri, “Terör şehit cenazesine katılıp, gözyaşı dökmekle bitmiyor. Bu savaşın mutlaka bitirilmesini istiyoruz. Dedelerimiz Çanakkale’de Türk’üyle, Kürt’üyle birlikte savaştı. Bizi birbirimize düşürmekten başka bir şey yapmıyorlar” dedi.

Arif ANBAR
Cumhuriyet Gazetesi - İstanbul Haber Servisi

***

Ergenekon davasına tepki: Çadır eylemi / Silivri
Fotoğraflar: Arif ANBAR
Cumhuriyet Gazetesi - İstanbul Haber Servisi





Tutuklu Deniz Kurmay Albay Ercan İrençin'in ilkokula giden kızı Pelin İrençin: "Hakimler ve savcılar mahkemede uyuyorlar. Babam, hakkındaki suçlamalara karşı nasıl savunma yapacak."




Bölünme sürecinde uzatmaları oynuyoruz…

Bu gün ele alacağım konuyu defalarca yazdım. Bir daha yazmakta fayda var diye düşünüyorum. Yoğun, yoğun olduğu kadarda yapmacık gündemimizin arasında kaybolup gitmesin…

***

20.07.2011 tarihli, “Mezhebi Geniş” başlığını taşıyan yazımın son bölümünde “Gün olur terörist başı Abdullah Öcalan meclis kürsüsüne çıkıp: “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma…” Diye başlayan vekil andını okursa sakın şaşırmayın.” Demiştim.
Gelin bu öngörünün aslında ne kadar yakın olduğuna bir bakalım…

***

PKK’nın meclisteki siyasi uzantısı olan BDP’nin Milletvekili Aysel Tuğluk son olarak şu açıklamayı yaptı: “PKK geri çekilir ancak Öcalan’ı serbest bırakacaksınız. Yeni anayasada istediğimizi verirseniz de PKK silahsızlanacak.”
Yeni Anayasada istediklerinin, Demokratik Toplum Kongresinde (DTK) alınan “Demokratik Özerklik” kararları olduğu çıkarımı yapılabilir.

***

DTK’de alınan “Demokratik Özerklik” kararlarının “bazılarını” yine “Mezhebi Geniş” başlıklı köşemde yorumlayarak belirtmiştim. Bu açıklamanın üzerine yinelemenin yararlı olacağı düşüncesindeyim.

***

DTK KARARLARI

Demokratik özerklik:
“Türkiye siyasi ve idari yapısında demokratikleşmeyi sağlamak amacıyla ‘köklü bir reformu’ öngörür.”
Yani diyorlar ki: “Ben Kürt devletini kurmak istiyorum, bunu sindirerek yapmayı planlıyorum, bu nedenle eyalet sistemine ihtiyaç duyuyorum.”

Demokratik özerklik:
“Halkın karar süreçlerine dâhil olması için demokratik katılımcılığı savunur ve tüm yerel birimlerde meclis sistemini esas alır.”
Tam da bu noktada: “İstenilen meclis TBMM’nin çalıştığı şekliyle faaliyet gösterecek; meclis temsilcileri söz konusu eyaletten seçilecektir.”

Demokratik özerklik:
“Salt Etnik ve Toprak temelli özerklik anlayışı yerine kültürel farklılıkların özgürce ifade edildiği bölgesel ve yerel bir yapılanmayı savunur.”
Yani şundan söz ediyorlar: “Ulus devlet anlayışını kabul etmiyoruz. Ortak bir dil ve Anadolu kültürünü yok sayıyoruz. Ortak kültür öğelerinden ayrılmak istiyoruz.”

Demokratik özerklik:
“Bayrak ve Resmi Dil tüm Türkiye ulusu için geçerli olmakla birlikte her bölge ve özerk birimin kendi renkleri ve sembolleriyle demokratik öz yönetimini oluşturmasını öngörür.”
Bu madde zaten her şeyi açıklıyor: “Ortak Türk Bayrağını, Ortak Türk Dilini, Ortak Anadolu Kültürünü, İstiklal Marşını, Para Birimini, Milli Takımını vs. Tanımak istemiyor, Doğu Anadolu’yu Türkiye’den ayırıp, Diyarbakır başkent olmak üzere tam bağımsız bir devlet kurmak istiyorlar.”

***

DTK kararlarının ve son olarak Tuğluk’un açıklamalarına bakıldığında bölünme sürecinin müthiş bir koordinasyon içerisinde işlediği gözleniyor.
Peki, süreç bu kadar açık işlerken neden durdurulamıyor?
Cumhuriyet Savcılarının uyuyor olmasından olabilir mi?
Ya da Esad’a, “sen halkına zulüm ediyorsun, ben bunu kabul edemem, Suriye’ye yaptırım uygulayacağım” diyen Başbakanın, Türkiye’deki zulümden haberdar olamaması? Bir seçenek daha var tabi, haberdar olup da görmezden gelmesi?!
Dahası ve en acısı, Türk halkının bilinçli sindirilişi, sesinin kesilişi…

***

Evet, 2002’den beri istediği her taviz verilen PKK, siyasi uzantılarının desteğiyle, istediğini almaya emin adımlarla ilerliyor.
Bırakın artık padişahım çok yaşa naraları atar misali Başbakan çığırtkanlığını.
Başbakan terörü bitirip bölünme sürecini önleyebilseydi, bu güne kadar yapardı.
Bu süreci önleyecek olan yalnız vatanperver halktır.

***

Bölünme sürecinde uzatmalar oynanıyor.
Sürecin başarıyla tamamlanacağı kesin.
Uyanmazsak…


Arif ANBAR
Sakarya Gazetesi / MIH
http://www.sakaryagazetesi.com.tr/yazar_haber.asp?yazar=22#yazar

Şilili Camila Türkiyeli Berna

Camila Vallejo…
Şili’deki öğrenci ayaklanmasının lideri.
Parasız eğitim istiyor.
Dört aydır mücadele ediyor.
Hükümete karşı tavır alıyor.
Polisle çatışıyor.
Arkasına aldığı yüz binlerce destekçisiyle…


***

Camila,
Nakliyat işçileri ve kamu görevlilerinin de grev yapmasını sağlıyor.
Kültür Bakanı Tatiana Acuna’yı bakanlıktan ediyor,
Eğitim Bakanı Felipe Bulnes ile masaya oturuyor,
Hükümetin itibarını sarsıyor.

***

Camila,
Eğitim Bakanıyla görüştükten sonra, parasız eğitim konusunda ümitlerinin arttığını söylüyor. Hakkımızı alana dek mücadelemiz sürecek mesajını da altını çizerek veriyor.

***

Berna Yılmaz…
Başbakan Erdoğan’ın 14 Mart 2010’da “Roman Açılımı” toplantısına katılıyor, arkadaşı Ferhat Tüzer’le “parasız eğitim istiyoruz, alacağız” pankartı açıyor.
Berna, arkadaşı Tüzer’le yaka paça uzaklaştırılıyor.
Berna okuldan atılıyor.
Berna’ya, terör örgütü üyesi olması iddiasıyla 15 yıla kadar hapis isteniyor.
Savcı Kasım İlimoğlu, Berna’nın tahliyesini istiyor ancak bu talep mahkeme tarafından reddediliyor.
Berna’nın tutuklu yargılanmasına karar veriliyor.
Berna’nın tahliyesinin isteyen savcı sürgüne gönderiliyor.
Berna 17 aydır hapiste.
Dava devam ediyor…

***

Camila, Şili’de, kanunlarda da belirtilmiş olan eylem hakkını kullanıyor, parasız eğitim istiyor.
Berna, aynısını Türkiye’de yapıyor.
Camila, Eğitim Bakanıyla müzakere masasına oturuyor.
Berna, hapiste çile dolduruyor.
Türkiye’deki demokrasi çığırtkanları ise,
Kına yakıyor!..


Arif ANBAR
Sakarya Gazetesi / MIH
http://www.sakaryagazetesi.com.tr/yazar_haber.asp?yazar=22#yazar 

Akdeniz’de bir şey yüzüyor!..

Akdeniz’de bir şey yüzüyor.
Böyle irili ufaklı, yaşlı başlı bir şey.
Kayık mı desem, tekne mi…
Gemiymiş!
1978’de Almanlar yapmış.
Otuz üç yaşında yani.
İhtiyarlıktan sağlık problemleri yaşıyor haliyle.
İşlevi biten organlarının yerine bir an önce yenilerinin konması gerekiyor.
Jeneratör mesela. Bir kaçta önemli makine işte…
Ödenek çıkmıyor, ihtiyarın organları gümrükte yatıyor.
Olmadı mı olmuyor.

***

İsmini denizlerin efendisi Piri Reis’ten alıyor.
Bu gemi olsa olsa ‘denizlerin kedisi’ olur!
Öyle ki çıkacakmış Akdeniz’e, İsrail ve Rumlara kafa tutacakmış.
Petrol var mı yok mu araştıracakmış.
 
***

Otuz üç yaşında ihtiyar, günümüz çağında işlevini yitirmiş, parçaları eskimiş, gacır gucur giden, parçaları için ödenek bulunamayan bir gemi; son teknolojiyle donanmış İsrail ve Rumlara nasıl kafa tutacak?
En fazla bir selam verip gelir.

***

Hadi bunu geçtim.
Akdeniz’deki petrol 2000 metre derinlikte. Belki daha fazla. Gel gelelim ‘Bizim Kedi’, 1200 metreye kadar sondaj yapabiliyor.
Bulabileceği en fazla tuzlu su.
Onu da damıtır damıtır içeriz artık!

***

Bunu da geçtim.
Bir mucize olacak, ‘Bizim Kedi’ petrolü bulacak.
Peki, nasıl çıkaracağız?
Platformumuz var mı?
Yok.
Kimde var peki?
ABD’de.
Peki, ABD bize bu platformu verir sanıyor musunuz?
Bırak satmayı, kiralık bile vermez.
ABD salak mı?..

***

Sözde koskoca Türkiye’nin, ‘işe yaramaz bir Kedi’den başka sismik araştırma gemisi yok.
Geçin petrolü de Türkiye büyük bir deprem bölgesi.
Haliyle denizde her an sismik araştırma şart.
Her şeyden önce insan hayatı söz konusu.
Tabi beş para etmedikten sonra…


Arif ANBAR
Sakarya Gazetesi / MIH
http://www.sakaryagazetesi.com.tr/yazar_haber.asp?yazar=22#yazar

Emzik…

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Kandil Harekatı bilançosunu kamuoyuyla paylaştı.
Hedef belirlenen;
73 barınak,
6 sığınak,
18 mağara,
8 depo,
14 bina,
1 cephanelik,
9 uçaksavar mevzii,
3 kontrol noktası
Vuruldu.

***

90 ile 100 arasında terörist öldürüldü.(Bunların içinde Çukurca’daki saldırıyı düzenleyen ve 9 güvenlik görevlisini şehit eden 5 teröristte var.)
80 terörist yaralı.
Geri kalanlar şehirlere inip sivil halkı canlı kalkan olarak kullanmakta.

***

Operasyon yapıldı, eyvallah…
Fakat bu iş operasyonla bitecek bir iş değil.
Bu iş, tam anlamıyla İsrail, ABD ve AB’yi ilgilendiren siyasi bir iş.

***

Hadi bunu geçtim.
Bunca hedef biliniyorken (adamların yürüdükleri yollara kadar), nokta atışları yapılabiliniyorken; sekiz yılda 800 küsur şehit verdik.
Peki, gerekli alan bilgileri fazlasıyla mevcutken, ne diye bunca yıl beklendi?
Yanıtı: “Biz insanmışız, onlar değilmiş!”
“Biz sabredermişiz, ölen ölsün!”

***

Onlar 8 yılda 800 askerimizi şehit ettiler.
Biz bir operasyonla 100 tane terörist öldürdük,
Bize yetti.
Bu operasyonun amacı, kamuoyunun tepkisi kesmekti.   
Bir de somali’yi eklediler üstüne,
Kamuoyu sustu.

Emzik niyetine…


Arif ANBAR
Sakarya Gazetesi / MIH
http://www.sakaryagazetesi.com.tr/yazar_haber.asp?yazar=22#yazar

H’ö’kümet korkusu

Çoğu sivri uçlu kafa, basında sansür kaldırıldı diye bayram ilan ediyor, bir güzel kutluyor. Çünkü o sivri uçlu kafaya sansürün kırıntısı bile esmiyor…
Başbakan da kutlamaktan geri kalmıyor.
Hatta diyor ki:
“Basın özgürlüğünün tehdit edilmesine müsaade etmeyiz.”
Sivri uçlulardan başbakana destek gecikmiyor:
“Hemen gazetede, televizyonda haber yapalım ama geniş olsun. Başbakanımızı herkes duysun.
O itibar ve güç kazansın, biz para ve konum…

***

Şimdi sorarlar adama:
Şu anda 70’e yakın gazeteci nerede?
İçerde.
Hatta bir de yeni gazete çıkarıyor bu tutuklular.
Adı da Tutuklu Gazete.

Ah benim acınası halde olan yalaka sivri kafalım, 70 gazetecinin mahkum olmadıkları halde tutuklu bulunduğu bir ülkede, basında özgürlük var diyebilir misin?
Ve ismi Tutuklu Gazete, simgesi kelepçe olup; hapishanedeki gazetecilerin çıkardığı bir gazete olursa…

***

Unutmadan, bu ülkede çok yakın tarihte bir de kitap “kürtaj edilmişti…”

***

Şimdi bu sivri uçlu kafalar bunları kale bile almaz.
Onlar pek bir saydıkları ve tabi ki sevdikleri ABD ve AB’yi kale alır.

***

ABD ve AB neden Türkiye’de basın özgürlüğü yok deyip duruyor?
Ve bundan endişelendiklerini dile getiriyor.

***

Eee, hani?
Bu sefer “büyük ağabeylerine” bile inanmıyorlar.
Basın özgür de özgür diye çığırtkanlıklarına devam ediyorlar.
Çünkü H’ö’kümet korkusundan donlarına yapacaklar!..

***

Basında özgürlük hiçbir ülkede yok aslına bakılırsa.
Türkiye’de ise hiç yok!
Övüneceğimiz üç şey var ama(!)
Korkaklık,
Sahtekarlık,
Yalakalık.


Arif ANBAR
Sakarya Gazetesi / MIH
http://www.sakaryagazetesi.com.tr/yazar_haber.asp?yazar=22#yazar

Mezhebi geniş!..

Seçimlerin ardından ilk büyük saldırı, Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde yaşandı.
13 askerimiz şehit oldu…

***

Çatışmanın yaşandığı sıralarda “Demokratik Toplum Kongresi” (DTK) toplanmış; demokratik kararlar alınacağı beyan edilmekte, ancak hain kararlar alınacağı kesin; hatta aldılar bile…
Bir de “Demokratik özerkliklerini” ilan ettiler.

***

Demokratik özerklik çerçevesinde alınan kararların bazıları dikkatimi çekti.

Demokratik özerklik:
“Türkiye siyasi ve idari yapısında demokratikleşmeyi sağlamak amacıyla ‘köklü bir reformu’ öngörür.”
Yani diyorlar ki: “Ben Kürt devletini kurmak istiyorum, bunu sindirerek yapmayı planlıyorum, bu nedenle eyalet sistemine ihtiyaç duyuyorum.”

Demokratik özerklik:
“Halkın karar süreçlerine dâhil olması için demokratik katılımcılığı savunur ve tüm yerel birimlerde meclis sistemini esas alır.”
Tam da bu noktada: “İstenilen meclis TBMM’nin çalıştığı şekliyle faaliyet gösterecek; meclis temsilcileri söz konusu eyaletten seçilecektir.”

Demokratik özerklik:
“Salt Etnik ve Toprak temelli özerklik anlayışı yerine kültürel farklılıkların özgürce ifade edildiği bölgesel ve yerel bir yapılanmayı savunur.”
Yani şundan söz ediyorlar: “Ulus devlet anlayışını kabul etmiyoruz. Ortak bir dil ve Anadolu kültürünü yok sayıyoruz. Ortak kültür öğelerinden ayrılmak istiyoruz.”

Demokratik özerklik:
“Bayrak ve Resmi Dil tüm Türkiye ulusu için geçerli olmakla birlikte her bölge ve özerk birimin kendi renkleri ve sembolleriyle demokratik öz yönetimini oluşturmasını öngörür.”
Bu madde zaten her şeyi açıklıyor: “Ortak Türk bayrağını, Ortak Türk dilini, Ortak Anadolu kültürünü, İstiklal Marşını, para birimini, Milli takımını vs… Tanımak istemiyor, Doğu Anadolu’yu Türkiye’den ayırıp, Diyarbakır başkent olmak üzere tam bağımsız bir devlet kurmak istiyorlar.”

***

Türkiye, “mezhebi öylesine geniş bir devlet” haline geldi ki, konuyu ancak bu deyim açıklayabilirdi.
Hangi ülke,
“Çok geçmeden Öcalan’ı çıkaracağız, önderimizle bağımsız bir devlet kuracağız, bu uğurda sivil ya da asker; Türk ya da Kürt önümüze çıkanı öldüreceğiz”
Diyen ve öldüren bir topluluğa tahammül edebilir?

***

Türkiye’de ileri demokrasi anlayışı, her isteyenin ayrılıp devlet kurmasına “mel mel” bakarak izin vermekse eğer, böyle ileri demokrasi düşman başına…

***

%50 oy benim diyorsun.
Güçlü olduğunu iddia ediyorsun.
İstersem anayasa yapar,
İstersem orduyu savaşa gönderir,
Ne olursa olsun önüme geçeni ezer,
İstediğime zirveden yer beğenmesini sağlarım diyorsun.
Hani..?
Hani senin gücün, kudretin?
Hani istediğimi yaparım zihniyetin?
Hani şerefin üzerine yemin ettiğin “terörü bitireceğim” içerikli sözün!?
Hani arkadaş?
Hani şerefin?
Hani yeminler bezeli dindarlığın!?
Nerede?

***

Hani “askerlik yan gelip yatma” yeriydi ya?
O nedenle mi şehit oldu 13 asker!?

***

2002’den bu güne kadar PKK ve PKK’nın meclisteki siyasi kolları istediğini yaptı; her isteği kabul edildi.
Bu gün de açık seçik “ben bağımsız devlet kuracağım” diyor.
O kadar uzak değil biliyor musunuz?
Hatta çok yakın, çok…

***

Gün olur terörist başı Abdullah Öcalan meclis kürsüsüne çıkıp: “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma…” Diye başlayan vekil andını okursa sakın şaşırmayın.

Çünkü Türk milleti; bu da senin eserin olacak!..

Arif ANBAR
Sakarya Gazetesi / MIH

Tebrikler CHP!..

Yemin krizi meselesinin çözümü için CHP ne demişti?
“Tutuklu vekillerimiz meclise gelip yemin etmeden partimiz vekilleri yemin etmeyecek.”
Sonra söylemini değiştirdi:
“AKP’den sorunla ilgili demokratik bir tavır gelirse yemin edeceğiz.”
Yani CHP zoru görünce “kıvırdı.”

***

AKP, den beklenen demokratik tavır geldi.
Gelin görüşelim, ortak bir paydada buluşalım dendi.
CHP ve AKP, “sözde ortak” metin yazdı.
İki parti, sözde ortak metni birlikte imzaladı.
Amaçları yemin krizini çözmekti.
Çözdüler.

***

Neden sözde ortak metin?
İki parti arasında imzalanan ve iki partinin birlikte yazdığı iddia edilen metin, demokratik söylemler içeriyor, doğrudur.
Ancak, amaç millet iradesiyle seçilen tutuklu vekillerin mecliste yemin edip çalışmalara katılabilmesiyse, yazılan bu metin tamamen geçersiz ve göstermeliktir.
Metinde iki vekilin yemin edebilmesine ilişkin herhangi bir cümle bulunmamakta; ima bile edilmemektedir.
Dolayısıyla bu metin ortak değil, bir AKP metnidir.
CHP’de bu metne biat etmiştir.

***

Peki, seçim sonrası, “tutuklu vekillerimiz tahliye edilmeden yemin etmeyeceğiz” diyerek haklı bir tavır koyan CHP, sonuç alamayacağı bir AKP metnine neden imza attı?

***

Neden mi?
İki partinin temsilinin olmadığı bir mecliste, batağa saplanan başbakan Erdoğan’ı o bataktan çıkarmak için.
Başbakan’ı 2002’de girdiği bataktan çıkardığı gibi…

***

CHP’nin attığı ok yine kendisine saplandı.
CHP, AKP’ye bir puan daha kazandırdı.
Tebrikler CHP!..


Arif ANBAR
Sakarya Gazetesi / MIH
http://www.sakaryagazetesi.com.tr/yazar_haber.asp?yazar=22#yazar

Artık zihniyetin değişmesi gerek!..

12 Haziran seçimleri sonrası CHP bürokratları, “başarılıyız ancak yetmez” açıklamalarında bulundu; “yeni kadromuzla çalışmalarımızı genişleterek sürdüreceğiz, ta ki iktidar oluncaya kadar” mesajını verdi.
CHP taraftarları umutlandı…

***

Seçimin hemen ardından yaşanan kriz işin seyrini değiştirdi.
Çok partili sistemi getiren CHP meclise girmedi.
Medya CHP’yi, BDP ile aynı kefeye koymakta da gecikmedi.
Parti içinde yıkıcı bir muhalefet gücü ortaya çıktı.
Kurultay istendi, parti meclisi değiştirilsin dendi.

***

CHP yönetim kadrosu, il örgütlerine başarılı çalışmalarından dolayı teşekkür etmişti.
Şimdi il örgütlerinden hesap sorulması, yönetimlerinin değiştirilmesi gündemde.
Aynı zamanda, Kılıçdaroğlu tarafından -kriz dönemi atlatıldıktan hemen sonra- MYK’da bir takım değişiklikler yapılacağının da sinyalleri veriliyor.

Görülüyor ki CHP, seçimin hemen sonrası verdiği “başarılıyız” mesajına kendisi dahi inanmamış, şimdilerde günah keçisi aramakta, il örgütlerinin aslında çalışmadığını ve MYK’nın da hata yaptığını; gelecek seçimde iktidar olma sürecinin “yenilenen bu kadroyla” olamayacağını anlamıştır.

***

Altmış yıldır muhalefet yapan bir parti.
Altmış yıldır kitlesi aşağı yukarı hiç değişmeyen bir parti.
Altmış yıldır iktidar olabilme başarısını niye gösteremediğini sorgulamayan bir parti.

***

Diyorlardı ki, “Deniz Baykal ve kadrosu değişse CHP’nin oyları artacak.”
Baykal ve kadrosu tasfiye edildi.
Oy artışı yaşandı mı?
Hayır.
Aşağı yukarı aynı.
Çünkü CHP altmış yıldır aynı.
Bir değişim söz konusu değil.

***

Şimdilerde yeni bir kadro değişimi daha gündemde…

***

Şunu artık görmelisiniz…
CHP’ye oy verenler,
Aday olan milletvekillerine oy vermiyor.
Genel başkana da oy vermiyor.
Çünkü güvenmiyorlar.

***

CHP’ye oy verenler,
İdeoloji - lerini sürdürebilecek başka bir parti bulamadıkları,
Şeriat rejimi - nden korktukları,
Atatürk’ün kurduğu parti olarak benimsedikleri için,
CHP’ye oy veriyorlar.
Ne yazık ki başka bir gerekçesi yok.

***

Yani “kişilerin” değişmesiyle oy kazanılmıyor.
Zihniyetin değişmesi gerek.


Arif ANBAR
Sakarya Gazetesi / MIH
http://www.sakaryagazetesi.com.tr/yazar_haber.asp?yazar=22#yazar

Mecliste OHAL

12 Haziran seçimleri öncesi yazdığım, “Sancılı seçim süreci ve sonrasında dokuz doğuran vatandaş” başlıklı yazımda, tutuklu sanıkların milletvekili olup serbest bırakılmamaları halinde, kıyametin kopacağını, deyim yerindeyse ortalığın ayağa kalkacağını söylemiştim.
Dün…
Kıyamet koptu,
Ortalık ayağa kalktı…

***

Önce BDP destekli bağımsız milletvekili Hatip Dicle’yle başladı kıyamet süreci.
Dicle’nin vekilliği düşürüldü.
Dicle’den sonra gelen AKP’li vekil adayı Oya Eronat, Dicle’nin oylarıyla vekil oldu, mazbatasını aldı.
BDP kanadı ayağa kalktı:
“Bu karar demokratik değil, meclisi boykot edeceğiz, ant içmeyeceğiz” dediler.
Dün, dediklerini yaptılar.

***

Ancak Dicle bölücülükten yargılanmıştı ve bir yıl hapis görmüştü. Yani anayasaya göre milletvekili olamazdı.
Bunu BDP kanadı biliyordu.
Dicle’nin kendisi de biliyordu.
Amaçları huzursuzluk çıkarmaktı.
Başardılar.
Peki, Yüksek Seçim Kurulu (YSK) Dicle’nin bu durumundan habersiz miydi?
Ne diye aday olmasına izin verdi?
Sonrasında ne diye vekilliğini düşürdü?
YSK amatörlerin oluşturduğu bir kurul muydu?
Ya da onlarda mı huzursuzluk istiyorlardı?
Eğer öyleyse;
Başardılar.

***

CHP’li vekiller Mustafa Balbay, Mehmet Haberal ve MHP’li vekil Engin Alan’ın durumları biraz daha farklı.
Onlar Ergenekon ve Balyoz tertiplerinden yargılanıyor.
Onlar suçunu bilmiyor.
Onları suçlayacak delil yok.
Bunlara rağmen;
Onlar içerde.
Onları salmayanlar diyorlar ki gerekçe olarak.
“Onlar kaçabilir.”
“Onlar delilleri karartabilir.”

Yahu arkadaş!..
Bu adamlar milletvekili olmuş.
Biri gazeteci, biri doktor, diğeri asker.
Üçünün de ortak özelliği şerefli vatanperverler olmaları.
O zaman niye kaçsınlar?
Ve
Ortada suç yok, delil yok.
Bu adamlar olmayan delili nasıl karartsınlar?

***

Nitekim CHP’de ant içmedi.
Kılıçdaroğlu: “iki vekilimiz serbest bırakılmadan ant içmeyeceğiz” açıklamasını yaparak iddialı konuştu. CHP, bu yaklaşımıyla bir bakıma yargıya ve iktidara rest çekerek, tutuklu vekillerinin serbest bırakılmasını istedi.
Ancak tahliyelerin uzun sürmesi belki de gerçekleşmemesi ihtimalleri de mevcut.
Dolayısıyla, CHP’nin bu yaklaşımı, Türkiye’nin %26’sının uzun süre temsil edilememesi ve mecliste yok sayılması gibi büyük sorunlara yol açabilir.

Eğer %26’dan “ant içmeme” olayına destek gelmez ve CHP, kitlesinin baskısına dayanamaz, tutuklu vekilleri tahliye edilmeden ant içerse eğer, bu kez de tükürdüğünü yalamak zorunda kalacaktır.

***

2002’yi hatırlayalım…
AKP tek başına iktidar olmuş fakat Erdoğan meclise girememişti.
Suçluydu.
Delilleri ortadaydı.
Milletvekili olamazdı.
Demokrasi gereği olarak milletvekili olmalıydı.
CHP, 2002’de demokrasi dersi verdi.
Kendinden olmayanı deyim yerindeyse başbakan yaptı.

***

AKP’liler dün ant içti:
“Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne “demokratik” ve laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”

Bakalım AKP’liler, içinde demokrasinin de geçtiği, namuslarını ve şereflerini ipotek ettikleri yemine uyacak mı?
Göreceğiz…


Arif ANBAR
Sakarya Gazetesi / MIH
http://www.sakaryagazetesi.com.tr/yazar_haber.asp?yazar=22#yazar

Büyük balık iş başında

Baykal kadrosu, CHP’den tasfiye edileli çok olmadı…
Bununla birlikte CHP’ye “yeni CHP” yakıştırması yapıldı.
Yeniden kasıt, partinin daha çok sol merkezli hale getirilmesidir.

***

12 Haziran seçimlerinde CHP %26 oy aldı.
Parti içersindeki hizipçiler çok geçmeden bu oranı başarısızlık ilan edip ayaklandı.
“Derhal kurultay yapılmalı.
Yeni genel başkan seçilmeli.
Yok yok, şimdi zamanı değil, sadece genel kurul yapalım ve parti meclisini değiştirelim,
Zamanla Kılıçdaroğlu’nu devirelim!..
Dedi.”

***

Başrolde yine Hizipçi lakaplı Deniz Baykal var.
Seçimlerin hemen ardından, bu oy oranı başarısızlık diyerek Kılıçdaroğlu’na çattı.
Ardından genel kurul için imza toplama seanslarına başladı.
Yanına da Önder Sav’ı aldı…

***

Kılıçdaroğlu partiyi, Baykal’ın, kaset skandalının patlak vermesinin ardından istifa etmesi üzerine, partide yaşanan kriz anında aldı.
Baykal’ın kadrosunu tasfiye etti.
Kendi ekibini kurdu, gençlerin de önünü açtı.
Akabinde, toparlanma sürecinde referandum karşısına çıktı.
Ardından, dokuz ay sonra genel seçimler yapıldı.
Kılıçdaroğlu, bu kriz dönemini en az hasarla atlattı ve hatta oy oranını yükseltti.
MHP’ye bile barajı geçebilmesi için oy bağışladı.

***

Baykal’ın amacı ne olabilir?
Kurultayla birlikte kendi kadrosunu parti meclisine sokarak, bir sonraki kurultaya kadar Kılıçdaroğlu’nu zayıflatmak ve genel başkanlığı tekrar elde etmek olabilir mi?
İhtimal yüksek.

***

Başta Kılıçdaroğlu’nun olmak üzere yeni CHP’nin, altının çizilmesi gereken bir yanlışı var.
Kemalist ideolojinin arka plana atılması ve sol’un belirgin temsili…
Yeni CHP’nin ağzında Mustafa Kemal’in altı okundan sadece bir tanesi var.
O da halkçılık.
Diğer beş ok nerede?
Her gelen iktidar, altı oku unutturmaya çalıştı.
Bunları hatırlatacak, yaşatacak ve uygulayacak olan CHP’dir.


***

Bu noktada Kılıçdaroğlu’nun görevi de, Kemalist devrimi savunarak karşı devrime cephe almaktır.
Ve Kılıçdaroğlu, mevcut olan halkçı politikasını sürdürerek, Kemalist devrimin temellerini savunduğu takdirde, CHP’nin daha başarılı olacağı kesindir.

***

Baykal kurultay gerekçesini, Kılıçdaroğlu’nun yanlışıyla temellendirseydi eğer, saygıyla karşılanabilir, belki haklı bile görülebilirdi.

***

Baykal’a sormak lazım, “sen hangi seçimde bu başarıyı elde edebildin?”
Ya da,
Antalya’dan birinci sıra milletvekili adayıydın, iddialıydın, senin kalendi…
Seçim sonuçları ortada.
“Antalya da başarıdan söz edebilmek mümkün mü?”

***

CHP ivme kazanmışken, büyük başarılara ulaşma anlamında destek vermek yerine köstek olanlar, kişisel hırslarının ve koltuk sevdalarının önüne geçemeyenlerdir.
CHP bunlara dikkat etmeli ve büyümeden yok etmelidir.

***

Kılıçdaroğlu’nun bir hatası daha: “Tasfiye sürecinde “büyük balığı” parti içinde bırakmak…”

Arif ANBAR
Sakarya Gazetesi / MIH

Günün fotoğrafı

Günün fotoğrafı
Yılkının özgürlüğü, Mahmudiye / Arif ANBAR