20 Aralık 2011 Salı

Umut için bir neden daha

Geçen Hafta Anadolu Üniversitesinde “Günümüz Türkiye’sinde Demokrasi” isimli bir panel gerçekleştirildi. Konferansa Cumhuriyet Gazetesinden Ali Sirmen, Şükran Soner ve İlhan Taşcı katıldı. Ben de panelin moderatörlüğünü üstlendim.



Paneli, Üniversitenin Atatürkçü Düşünce Kulübü gerçekleştirdi. Kendilerini Genç Kemalistler olarak nitelendiren, tamamı üniversite öğrencilerinin oluşturduğu bir öğrenci kulübü üyelerinin, bu denli büyük bir organizasyonu, Türkiye sorunlarına duyarlılık göstererek gerçekleştirmeleri sevindiricidir. Böylesine duyarlı gençleri gördükçe insan umut doluyor.

***

Hele ki salonda tek boş koltuk dahi bırakmayan gençler…
Hepsi pırıl pırıl…
Kanaat önderlerinden bir şeyler öğrenmeye gelmişler.
Zihinlerinde dolaşan çelişkilere cevap aramaya bir de.
Gözleri çakmak çakmak…
Sıkılmadan dinliyor ve zihinlerinde yorumluyorlar.
Soruyorlar sonra heyecanlanarak.
Sabırsızca cevap bekliyorlar.

***

Ali Sirmen diyor ki “uzun süredir gençlerin yer aldığı bir konuşmada bulunmadım. Daha doğrusu gençler pek teşrif etmiyordu. Bu gün mutluyum. Hepsinin gözleri parlıyor.”
Şükran Soner ise: “İşte benim arzu ettiğim genç kalabalık”
İlhan Taşcı noktayı koyuyor: “Mücadele için bir neden daha, işte bu salon!”

***

Yazarların ne söylediklerine gelecek olursak…
Sirmen’e göre, Türkiye’de muhalif olmak suçlu olmaya yetiyor. 12 Eylül’de üniformayla gösterilen baskı bugün üniformasız sürüyor. Soner ise demokrasinin en büyük sorununu, kafalardaki demokrasi biçimiyle, demokrasi algısının sapması olarak belirtiyor. Taşcı’da, kanunların ruhsuz olduğunu, onlara ruh verecek olanların yargıçlar olduğunu söyleyerek; yargıçlarda sorun olduğunun altını çiziyor.

***

Panel sonrasında bir vatandaş bana bir eleştiri de bulunuyor.
Diyor ki: “Okul alanlarında hükümet lehinde ve aleyhinde konuşmalar yapılmasını uygun bulmuyorum. Bu panel yanlıştır.”
Ben de şu cevabı veriyorum kendisine: “Üniversiteler bilimin, düşünmenin ve sorgulamanın en özgür alanıdır. Dolayısıyla burada hükümeti de, muhalefeti de konuşabilir, tartışabilirsin. Türkiye’de demokrasi sorunu varken, bu paneli dinlemeye gelmişken ve hatta dinlemişken(!) böylesine bir yorumu doğru bulmuyorum.”
Vatandaştan “tık” yok!

***

Aydınlık düşünceleriyle, karanlığa karşı savaşan Anadolu Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Kulübünün genç yüreklerini, cesaret ve azimlerinden dolayı saygıyla selamlıyorum.

Arif ANBAR
Sakarya Gazetesi / MIH

13 Aralık 2011 Salı

Molla operasyonu!

AKP durmak yorulmak bilmeden yola devam ediyor. Anayasa Mahkemesince “laiklik karşıtı eylemlerin odağı” olduğu onaylanan AKP, suçunun onaylandığı o günden bu güne söz konusu odaktan hiç şaşmamış ve birine daha imza atmıştır.
“Mele” operasyonuyla!

***

Mele nedir?
Toplumda sözü geçen din büyüğü. Fakat din eğitimi almamış, hatta çağdaş temel eğitimden bile yoksun; deneyim ve kulaktan dolma hikayelerle, “din büyüğü sıfatını doldurmaya çalışan kişi.”
Mele, anlayacağınız molla.



Gelelim Molla operasyonuna.
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ yeni bir icraat olarak nitelendirdiği Molla operasyonuna ilişkin, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki molla olarak bilinen din büyüklerinin, sınavla Diyanet İşleri Başkanlığına yerleştirileceğini açıkladı. Bu icraatı da şu sözleriyle destekledi: “ Bu kişileri analiz ettik. Toplumda sözü dinlenen, saygınlığı olan, sözleri insanları durduran veya harekete geçiren insanlar. Bu kişilerin hizmetinden müftülük denetiminde yararlanmak istiyoruz.”

***

Bu uygulamayla, bilimsel din eğitimi amacıyla kurulan ilahiyat fakülteleri ve imam hatip okullarına ne gerek var değil mi? Bırakınız kapatılsın toptan. Mollalarımız var artık. Bazılarının okuması - yazması bile yok fakat anlatacak efsanevi hikayeleri çok!

***

Şunu da belirtmeden geçmemek faydalı olacak.
Yaşını almış, eli kalemden uzak, dini efsaneleriyle nam salmış mollalar için devlet kurumuna kadro açılıyor. Yıllarca dirsek çürüten, bilimsel temelde eğitim alan canım öğretmenlerimiz atanmıyor.
Yüz binlerce açık olmasına rağmen.
Sonrasında o canım öğretmenlerimiz intihar ediyor, psikolojik tedavi görüyor, alakasız işlerde çalışmak zorunda bırakılıyor.
Sizce de bir çelişki yok mu?

***

Bir noktayı daha ortaya koymak lazım.
Bu mollaların devlet kurumlarına ani yerleştirilmek istenmesinin bir nedeni de, AKP’nin Doğu ve Güneydoğuda ki seçim stratejisi olabilir mi? Sonuçta bu mollalar çevresindeki kitleleri etrafında toplayabilecek güçteler değil mi? Bozdağ açıklamasında, “mollaların sözleri insanları durdurur veya harekete geçirir” dememiş miydi?
Peki, sizce mollalar kitlelerini ne yönde durdurur ve hangi yönde harekete geçirir?
Hiç düşündünüz mü?

***

Alın size “laiklik karşıtı eylemlerin odağında olmak” suçuna bir ekleme daha.
Tabi körleştirilen, fakat -mollaların hikmeti olsa gerek- icraatlarıyla yanaklarında güller açan yargım…
Görürse!

***

Mustafa Kemal, “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz” derken neyi kastediyordu acaba? Aklın egemen olduğu laik yapılanmayı mı?
Yoksa mollaların karanlık hikayelerinin zihinleri kuşattığı yeşil renkli şeriatı mı!?

***

Ne güzel demiş Emrah Mahzuni.
Gide gide sana gideyim derken,
Cüppeler içinde kaldım Atatürk,
Damarımdan İran Arap akıyor,
Mollalar içinde kaldım Atatürk!

Arif ANBAR
Sakarya Gazetesi / MIH
http://www.sakaryagazetesi.com.tr/yazar_haber.asp?yazar=22#yazar

Sevgi üzerine

Sevgi, sadece beş harften oluşan, kel kör bir kelime…
Hepsi bu.
Yedi milyar insan anlatsa sevgiyi,
Her bir insan yedi milyar sayfayla,
Yine de üstesinden gelemez kel kör o kelimenin…
Siniri bozulur.
Bırakır kalemi sevgisizce.
“Boş ver” kelimeleri dökülür o an zihninden.
“Boş ver”in tanımını yapmaya koyulur, bilinçsizce…

***

Düşünmeyi unutmuş olan,
Sen, ben, biz…
Bir düşünün, düşünelim.
Hiç değilse bu yazıyı okuduğumuz(nuz) an -anda-
Düşünün, düşünelim.
Bir günde kaç kez “boş ver” sözcüğü zihninizde, dudaklarınızda dolanıyor?
Buna karşın kaç kez sevgi sözcüğü yankılanıyor içinizde?

***

Hadi bırakın bunları da, günde kaç kez ana avrat sövüyorsunuz garibana?
Kaç kez lanet okuyorsunuz?
Lanetledikten sonra yine “boş ver”e sığınıyorsunuz.
Değil mi?

***

Lanet okuyorsunuz vatanınıza.
İnandığınız değerlerinize.
Bazen sevgilinize.
Ailenize.
Dostlarınıza.
Sevgiye lanet okuyorsunuz aslında.
Bunlarla…

***

Sonra “boş ver” gitsin diyorsunuz.
Neden kafamı bozayım?
Dünya üç gün, dördüncü gün yok.
Kimi kim becerirse becersin.
Beni becermedikten sonra…

***

Büyük bir lider olabilirsiniz.
Nam salmış bir asker.
Bir dahi.
Fikir adamı…
.
***

Sevgi mühendisi olamazsınız ancak.
Dibine kadar özden fedakarlık gerektirir sevgi.
Vatana, değerlere, sevgiliye, aileye…
İnsanlığa…
İbadeti gerektirir sevgi.

***

Hani diyorlar ya…
Bu dünya neden acımasız?
Neden ölümle -kanla- besleniyor?

***

İnsanlar,
Aslında her biri insanlık kisvesine sarılı,
İnsancıklar…
“Benlik”ten yoksun,
Ancak “bencil” olabilecek kadar yetenekli insanlar.
Bana dokunmayan yılan bin yaşasıncılar.
“Boş ver”i en büyük değeri olarak gören,
Dıştan insan,
İçten pazarlıkçı olanlar.

***

Alın size hayıflandığınız dünya düzeninin gerekçesi.
Sevgi yoksunu, “boş ver” çoksunu sizsiniz aslında.
Savaşanda sizsiniz.
Soyanda.
Katil olanda.
Tecavüz edende.
Çünkü siz savaşana, soyguncuya, katile, tecavüzcüye,
“Boş ver” diyorsunuz?
Değil mi?
Yoksa mücadele ediyorsunuz da(!),
Göremiyor muyuz!?



Sevin yaaa…
Korkmayın, sadece sevin.
Bir Yasemin’i korur gibi koruyun sevgiyi.
Saflık, duruluk ve masumiyeti…
Ve o sevgiyle sevişen Yasemin kokusu, size öyle bir meltemle esip gelecek ki.
Saflık, duruluk, masumiyet getirecek.
İnsanlık getirecek.
İnsanlık…

Arif ANBAR
Sakarya Gazetesi / MIH

Piyon!..

ABD’de yayınlanan Foreign Policy Dergisi 2011 yılı 100 küresel düşünür ismini açıkladı.
Dikkat edin,
Düşünür diyor…
İki isim var listede,
Hem de 16. sırada,
Gurur duyacaksınız(!)
Başbakan Erdoğan.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu.



Dergi, İki evrensel düşünürümüzün(!) listeye alınmasının nedenini şöyle açıklamış: “Türkiye için dünyada yeni bir rol hayal ettiler, gerçekleşmesini sağladılar.” Dergi bu saptamasını da şöyle destekliyor:  “Son 8 yılda Türkiye’yi bir bölgesel güce dönüştürmek için sürekli çalıştılar, bu yıl Arap Baharı’yla Türkiye’yi, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden bu yana elde edemediği bir etkinlik düzeyine ulaştırdılar.” Bir de şunların altını çiziyor Foreign Policy: “Bu isimler, Türkiye’nin İslami demokrasi modeli imajını güçlendirdiler.”

***

Derginin bahsettiği gerekçelerin yanı sıra, düşünürlerimizin nasıl başarılı olduklarının asıl nedenlerini gelin birlikte inceleyelim…

***

Wikileaks belgelerinde iktidar mensuplarının petrol işlerinden nemalandıkları iddiaları, AKP’ye öncülük eden çoğu ismin cemaatlere üye oldukları iddiaları yer alıyor. Yetmiyor. Aynı belgelerde, Türkiye’nin AB’ye üye olamayacağı, AB’nin Türkiye’yi almak istemiyor olması ve buna nedenin en başta nüfus ve din olduğu iddiaları yer alıyor.

Türban diye bir sorun yokken orasından tutuyorlar, burasından çekiştiriyorlar, toplumu açık kapalı diye ayrıştırıyorlar. Dolayısıyla şimdi, biri diğerine nefretkar gözlerle bakar hale geliyor.

İki düşünürümüzün kadrosu 2002’de iktidara geldikleri gün terörü bitireceğiz yemini ettiler. O günden bu güne yaklaşık 850 şehit verdik, vermeye de devam ediyoruz. Teröristler, doğuda Türkiye’yi yıkacağız diyor; Başbakan, Kuzey Irak’ta, şimdilik resmiyet kazanmayan Kürdistan’ın merkezlerinden Erbil’i ziyaret ediyor. Yetmiyor, konsolosluk kuruyor. Yetmiyor, Barzani’ye başkan diye hitap ediyor…

CMK’nın 102. maddesinin 31.12.2010 tarihinde yürürlüğe girmesinin ardından laik devlete karşı Hizbullah’ın lider kadrosu serbest bırakıldı. Milli devlete karşı PKK üyeleri de serbest bırakıldı. Bunların suçları belliydi. Buna rağmen salıverildiler. Fakat daha suçlarını dahi bilmeyen; Atatürkçülüğü, milli devleti ve laikliği kişiliklerinde barındıran aydın sıfatı taşıyanlar Silivri’de çile dolduruyor. Dahası Balyoz Davası… Yakında kışlalarda asker kalmayacak, hapishaneler askeriye halini alacak.

Avrupa Parlamentosu (AP) Türkiye’de “İfade özgürlüğü, basın özgürlüğü, adil yargılama koşulları yok” açıklamasını yapıyor. Bizim düşünürlerden ‘tık’ yok.

‘Milli devlet’ diye çığırıyorlar. Milli devletin neyi var neyi yok satıyorlar. Yok pahasına satıyorlar. Emperyalistlere satıyorlar. Milli devlet oluyor Ümit Milli!

Bu ülkede bir kitap kürtaj ediliyor. Yaratıcısı suçlamıyor. Suçu düşüncelerini doğurmak istemesi oluyor. Hükümet demokrasiden söz ediyor.

Düşünürlerimizin kadrosundan olan Bülent Arınç, Anayasanın ilk üç maddesine statüko ve dogmatizm diyor, alkışlanıyor. Dil, bayrak, hukuk devleti, cumhuriyet, laiklik kavramlarını fısıldayanlar cezalandırılıyor.

Seçimlerde, gece yarısı sivil polisler ev ev gezip, başbakan geliyor diye halkın kimlik ve ikamet tespitini yapıyor. Daha sonra korku imparatorluğuna doğru gidiyoruz uyarısını yapanlara, hükümeti devirmeye çalışıyorlar deniliyor.

Düşünürlerimizden Başbakan Erdoğan içki içenlere sinirleniyor. “Aksırıncaya tıksırıncaya kadar içiyorlar” diyor. Sanata sinirleniyor. İnsanlık Anıtına “ucube” deyip “yıkın” çağrısı yapıyor. Memleketlim açım diyor, düşünürümüz yine sinirleniyor. “Ananı al git” diyor. Sonra bizim hükümetimiz dönemindeki “anlayış” kimsede yoktu diyor.

Zam üstüne zam yapılıyor. Her şey en pahalı olarak Türkiye’de satılıyor. Vatandaşın kamburuna kambur ekleniyor. Devlet kaçak enerji kullanımını önleyemiyor. Sonra öğreniliyor ki onlarda milletin kamburuna giydiriliyor!

Şilili Camila hakkını arıyor, ülkesinin Eğitim Bakanıyla müzakere masasına oturuyor. Türkiyeli Berna ise hakkını aradığı için içeri alınıyor, bir buçuk yıl yatıyor.

Çocuklarımızın geleceklerini çalıyorlar. Devlet kurumlarında yapılan kadrolaşmayı okullara kadar genişletmek için şifre sistemi geliştiriyorlar, “belirli yerlerde yetiştirilen” öğrenciler rahatlıkla okullara yerleşebilsinler istiyorlar.

Van’da deprem oluyor. Şu kadar yardım yaptım, bu kadar çadır götürdüm diye övünülüyor. Deprem vergileri nerede diye soranlara “eee, şimdi, ıııı…” Diye cevaplar veriliyor. Düşünürümüz Başbakan, “dayanıksız tüm konutları şimdi yıktıracağım” diyerek onca insan öldükten sonra lütufta bulunuyor. Yardımlar başıboş gönderiliyor, teröristlere nema oluyor. İnsanlar soğuktan, hastalıktan ölüyor. Aslında devletin acizliği ortaya çıkıyor.

Cumhuriyet kutlamaları eğlence olarak lanse ediliyor, iptal kararı alınıyor. I. Abdülmecit için sarayda kodamanlar ağırlanıyor. Ağırlanılan gün için, Mustafa Kemal’in Nutuk’unda soysuz olarak nitelendirdiği Vahdettin’in, Türkiye’den defolduğu gün seçiliyor.

Bedelli Beyzadeler Yasası çıkarıyorlar, parayı basanın kışlaya uğramadan askerlik yapmasını sağlıyorlar. Sonra eşitlikten bahsediyorlar. Fakirsen vurun kahpeye!..

Bundan bir yıl öncesine kadar komşularımızla iyi geçineceğiz, dost olacağız diyen düşünürlerimiz, şimdilerde tüm komşularına dikleniyor, düşman kazanıyor. Piyon oluyor, her hamle öncesi, en büyük müttefikimiz ABD’nin eline yüz sürüyor.

***

Nedense bizim düşünürlerimizi ABD dergileri pek bir seviyor.
Newsweek, Time, Foreign Policy…
Hep övüyorlar, hep alkışlıyorlar, hep baş tacı yapıyorlar.
Şimdilerde Ortadoğu’nun Arslanı yorumunu yapıyorlar.
Çünkü ABD Ortadoğu da bir satranç oynuyor.
Ve öne sürülecek piyona ihtiyaç duyuyor!

28 Kasım 2011 Pazartesi

Bedelli beyzadeler yasası!..



Beyzadelerin beklediği “bedelli beyzadeler yasa tasarısının” açıklaması, dün Başbakandan geldi.
“30 yaşından gün alanlar 30 bin TL ödeyerek, 21 gün askerlik de yapmadan bedelli askerlikten faydalanabilecek.”

***

Yani,
30 yaşına kadar idare et.
30 bini bas.
Sonra bir güzel,
Clio HP fiyatına askerlik yap.
Affedersiniz yanlış söyledim,
Askerlikten kaç!..

***

Beyzadeler, eskiden olduğu gibi 21 gün askerlik yapmayacak diyor Başbakan.
30 bini bastıklarında kışlaya uğramayacaklar yani.
Hem para verip hem de askere gidilir mi pirim?
Teşvikte zekice yani,
Satışı artırır.
Güzel bir ticaret olduğu kesin.
Yahudi bezirgânların akıllarına zor gelir billahi!

***

Nasıl bir vicdandır bu anlamak mümkün değil.
Beyzadeler kışlaya bile gitmeden hesaba geçsin parayı.
Garip gulebanın bir tarafları karda kışta donsun.
Garip,
Şansı varsa kafayı yer döner ana ocağına.
Yoksa biri vurur alnının çatından,
Cenazesi gelir memleketine.
Bir oğlunu askere bedelli gönderen,
Bir oğlu da çürük çıkan Başbakan,
Son açıklamayı yapar:
“Vatan sağ olsun!”

ZATI MUHTEREM BUYURMUŞ Kİ…

Zatı muhteremin,
Başbakanın başarısız olduğuna ilişkin sözleri kamuoyuna yansıdı.
Zatı muhterem,
Sonra bir tutuştu ki…
Kanal kanal gezdi, başbakandan af diledi.
Aman efendim ben böyle şeyler düşünür müyüm?
Padişahım çok yaşasın dedi!

***



Eskinin gazetecisi,
Şimdinin AKP Milletvekili.
Mehmet Metiner.

***

Zatı muhterem buyurmuş ki,
Sabiha Gökçen Havalimanının ismi değişsin.
Gerekçe olarak Dersime bomba atan kadının ismi o, bu isim toplumda rahatsızlık yaratıyor diyor.
Okumuşun cahili zır cahil oluyor.

Sen ki deneyimli bir gazetecisin.
Daha hava limanının isminin neden Sabiha Gökçen konduğunu bilmiyorsun.
Ben anlatayım.
O isim, Sabiha Gökçen,
Dersime bomba attığı için değil,
İlk kadın pilot olduğu için!
Kondu.
Bu konuda, şimdiye kadar herhangi bir tartışma da yaşanmadı.
Metiner’in bu açıklamayla, kamuoyunu germek amacından başka bir amacı olmadığı alelade görülmektedir.
Yakında Atatürk Hava Limanının da ismi değişsin derse, şaşırmayın!

BİR ÖNERİ

Sabiha Gökçen Hava Limanı ismi değiştirileceğine, Mehmet Metiner’in ismi değiştirilsin. Ön adında Peygamberin, soyadında kendinden emin askerlerimizin ismi şahsına yakışmıyor.


Arif ANBAR
Sakarya Gazetesi / MIH
http://www.sakaryagazetesi.com.tr/yazar_haber.asp?yazar=22#yazar

21 Kasım 2011 Pazartesi

O kadın...




O kadın,
Özgürce giyinebiliyordu.
O kadın,
Rahatça gezebiliyordu.
O kadın,
Modern bir eğitim almıştı.
O kadın,
Ekonomik bağımsızlığını kazanmıştı.
O kadın,
Milletin iktidarı seçebildiği bir memlekette yaşıyordu.
O kadın,
Oy kullanabiliyor, isterse milletvekili olabiliyordu.
O kadın,
Kurallarını dinin değil, demokrasinin belirlediği bir Cumhuriyetin evladıydı.
O kadın,
Modern hukukun geçerli olduğu bir memleketin vatandaşıydı.

***

İşte bu yüzden O kadın,
“Halk Atatürk’ü padişah yapmak isterken, Atatürk’ün bunu kabul etmeyip, iktidarın halkın elinde olacağı Cumhuriyet rejimini inşa etmesi nedeniyle”
Atatürk’ü diktatör olarak sıfatlandırdı.

***

CNN Türk’te.
Dört Bir Taraf isimli Programında.
O kadın,
Gazeteci Nagehan Alçı.

***

Yalanmak popüler ya bu aralar.
Belki o da yalanıyordu.
Ya da,
Rahat batıyordu!..


ÖZLÜYORLAR





Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir Osmanlı Padişahı anılacak.
I. Abdülmecit.
TBMM Başkanlığı anacak.
Dolmabahçe Sarayında.
Tuğralı davetiyeler, Meclis Başkanı Cemil Çiçek tarafından milletvekillerine gönderildi bile!..

***

Neden I. Abdülmecit anılıyor dersiniz?
Reformcu, bunu biliyoruz.
Ancak bizim takiyyeciler reformu sevmez!

***

Osmanlı, tarihindeki ilk borcu I. Abdülmecit döneminde aldı.
İngilizlerden.
1954’te ödeyebildik…
Belki bu nedenle anılacaktır.
Takiyyeciler emperyalistleri sever ya!

***

Durun durun!!
Özlüyorlar…
Atatürk’ü diktatörlükle yaftalayanlar,
Bu kılıf altında,
Asıl olan diktatörlerini özlüyorlar.
İşte size neden…


VEDA





Aydın Cumhuriyet kadını, sanatçı Esin Afşar.
Sonsuzluğa kanat çırptı.
Işıklar içinde yatsın…

Arif ANBAR
Sakarya Gazetesi / MIH
http://www.sakaryagazetesi.com.tr/yazar_haber.asp?yazar=22#yazar

Cumhuriyet ve eğlence


Şehitlerimiz var acımız büyük dediler,
Cumhuriyet törenlerini iptal ettiler.
Gerekçe olarak yüzlerce insanımız ölürken eğlenemeyiz dediler.
Yani Cumhuriyet törenlerini eğlence olarak gördüler.
Sanki Cumhuriyet törenlerinin eğlence olmadığını bilmiyorlardı.
Kılıfı güzel hazırlamışlardı…


***


İptal kararından hemen sonra, o düğün senin bu düğün benim koştular.
Üç düğüne birden katıldı Başbakan.
Cumhuriyet Resepsiyonunu iptal eden Gül’de boş durmadı.
O da bir düğüne katıldı.
Bir güzel eğlendiler…
Güzel yemekler,
Hoş sohbetler,
Müzik ruhun gıdası,
Danslar cabası…
Halka matem, iktidara vur patlasın çal oynasın yani.
Neyse…


***


Bazı çatlak sesler bu duruma itiraz etti.
Cumhuriyet törenleri iptal edilemez!!
“Edilir güzel kardeşim” denerek cevap gecikmedi.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay: “Yüzlerce vatandaşımız canını yitirmişken biz neden bir resepsiyonda buluşmadık, elimizde kadehlerle kahkahalar atmadık diye bir tepkinin dillendirilmesini anlayamıyorum.”
Bakan böyle düşünüyor.
Cumhuriyet törenlerini içkili bir eğlence sanıyor.
Ya da işine öyle geliyor.
Geçit törenlerinde halkın bir araya gelip, aynı Cumhuriyet duygusunu yüreğinde hissetmesi eğlenceyse eğer…
Ya da okullarda Mustafa Kemal’in Nutkundan dökülenleri okuyorsa bir küçük kardeşim, diğeri vatan şiirlerini sıralıyorsa haykırarak…
Eğlence canım kardeşim…
Ve halkın inadına sokaklara inip, Cumhuriyet Devrimini yürekten haykırması da bir eğlence…


HAYDAR DÜMEN’DEN FARKI NE?!


Vajinismus tedavisi konusunda bir televizyon programında ve internet ortamında açıklamalar yapan, bu sorunu 40 dakikada çözdüğünü söyleyen Haydar Dümen, bilimsel olmayan yöntemlerle vatandaşın sağlığıyla oynuyor gerekçesiyle, Türkiye Psikiyatri Derneği tarafından savcılığa verildi. Ardından savcılık, Dümen hakkında “insan üzerinde deney yapmak” suçundan 1 yıldan 3 yıla kadar hapis istemiyle dava açtı.


***




Van’da deprem oldu.
Kızılca kıyametin koptuğu, insanlarımızın can derdinde olduğu o anlarda,
Ülkeler yardım edelim diyerek, arama kurtarma ekiplerini seferber ettiler.
Ancak hükümetten koca bir hayır yediler.
Kritik olan 48 saat geçtikten sonra,
Ne olursan ol gel dediler...
Ölen öldüğüyle kaldı…
Neden yardımları kabul etmediniz diye tepki aldılar, vatandaş gerekçe bekliyordu.
Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay açıklama yaptı, biraz mağrur: “Kendi potansiyelimizi görmek amacıyla dışarıdan gelen arama kurtarma ekipleri bekletildi.”
Hükümet kendi potansiyelini görsün diye kaç can o göçük altında hiç uğruna öldü? Bu kendi potansiyelimizi görmek meselesi “insan üzerinde deney yapmak” değil de nedir?
İnsanın ölüm sayısına göre belirlenen bir potansiyel duydunuz mu hiç!?


***


Beşir Atalay bu açıklamasıyla insan üzerinde deney yaptıklarını itiraf etmiştir. Haydar Dümen’e söz konusu suçtan nasıl dava açılmışsa, başta Atalay olmak üzere Van depreminde gerçekleşen bu rezilliğin sorumlularına da savcılık tarafından aynı konulu dava açılmalıdır.


YA BAHÇELİ KATILSAYDI


Eskişehir’de, her 29 Ekim’de, Sivil Toplum Kuruluşlarının (STK) birlikte düzenlediği,  geleneksel hale gelen Cumhuriyet Yürüyüşü yapılır.
Her yaştan insan ve en önemlisi, farklı görüşlere gönül vermiş, Ata’yı ve bayrağı seven her vatandaş bu yürüyüşe katılır, coşkulu sloganlar atar, bir günde olsa omuz omuza yürümenin tadını çıkarır.
Ancak bu yürüyüşte diğerlerinden farklı bir şey oldu.
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve kurmayları da yürüyüşe katıldılar.
Ardından CHP Milletvekilleri geldi Kılıçdaroğlu’nun yanına.
Ve CHP İl Başkanı.
Ve CHP’li Eskişehir Belediye Başkanları.
Uzatılabilir…
En önlerde boy gösterdiler.
STK’lerin ortak yürüyüşü olarak düzenlenen yürüyüş, deyim yerindeyse CHP’nin düzenlediği yürüyüşe döndü.
Birlik bozuldu.
Çoğu insan neye uğradığını şaşırdı…


***


Kılıçdaroğlu özellikle davet edilmişti yürüyüşe.
Menfaat düşkünü bir takım kimseler yapmıştı bunu.
Birlik mesajları veren, geleneksel Cumhuriyet Yürüyüşü amacından bu kez saptırıldı.
Sağ olsun saptıranlara…


***


Sağ olsunda…
Bir daha ne diye düzenlenecek bu yürüyüş?
Nasıl inandıracaksınız halka tarafsız olduğunu?
Bu yürüyüşe eğer MHP Lideri Devlet Bahçeli gelseydi, CHP’lisi bir daha gelir miydi?
Dolayısıyla bir daha MHP’lisi bu yürüyüşe gelir mi?
Hatta CHP taraftarı olmayan bir Allahın kulunu görebilecek misiniz sokaklarda?
Eğer tüm liderler gelse durum anlaşılır, art niyet aranmazdı.
Ancak bu yapılan, art niyetin kılıflanmış bir göstergesi değil de nedir?!


Arif ANBAR
Sakarya Gazetesi / MIH
http://www.sakaryagazetesi.com.tr/yazar_haber.asp?yazar=22#yazar

25 Ekim 2011 Salı

Hangisi daha acı? Deprem mi nefret söylemi mi?

Van yerle bir oldu, acıya boğulduk…
Ancak daha acısını yaşamaktayız belki de.
Nefret söylemleriyle…



Depremin yaşandığı günden bu güne sosyal paylaşım sitelerini dikkatle inceliyorum. Karşılaştığım manzara dehşet verici.
Neler paylaşılmıyor ki…
Allah ‘bizi’ gördü, ‘sizi’ böyle cezalandırdı.
Az bile oldu, beter olun.
Herkes ettiğini bulur.
Diyarbakır’da yerle bir olur İnşallah.
Liste uzayıp gidiyor…

***

Deprem normal bir doğa olayıdır.
Sonucunda karşılaşılan ölümlerde…
Fakat insanın insana karşı bu denli öfkesi felakettir.
Türk ile Kürt halkını ayrıştırmaktır.
Birinin diğerinden rövanş alma çabasıdır.

***

Yaşanan felaket tamamıyla terörle ilişkilendirilmiştir.
Vanlıya, ayırt etmeksizin PKK’lı/ terörist denmiştir.
Türk, Kürt, bebek, çocuk, genç, orta yaşlı ve yaşlı demeden.
Bu söylem, binlerce vatandaşımızı yitirdiğimiz, 12 Ağustos 1999 Marmara Depreminde; “Allah büyük! İçki içenlere, fuhuş yapanlara gününü gösterdi!” Söyleminden farklı bir söylem değildir.

***

Bu güne dek PKK terör örgütü ve PKK’nın meclisteki siyasi uzantısı BDP ‘aleyhinde’ sayısız yazı kaleme aldım. Ancak Van’da gerçekleşen olay bunun ötesindedir ve terörle alakası yoktur. Bu bir insanlık olayıdır. Bu insanlık olayına duyarsız kalmak söz konusu olmamalıdır.
Olaya sağduyuyla yaklaşıp birlik olmak, hepimiz için faydalı olacaktır.

***

NOT 1: Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi’nde, Dekan Prof. Dr. Nezih Orhon’un öncülüğünde başlamış olan deprem bölgesine yardım kampanyası, 26 Ekim Çarşamba Günü 17: 00’a kadar devam edecektir.
NOT 2: Anadolu Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Kulübü’nün başlatmış olduğu deprem bölgesine yardım kampanyası 28 Ekim Cuma Günü 17: 00’a kadar devam edecektir.
NOT 3: Anadolu Üniversitesi Kızılay Kulübü ve Eskişehir Kızılay Gençlik Kollarının başlatmış olduğu deprem bölgesine yardım kampanyası süresiz devam edecektir.
- Yardımlarınızı bu kurumlara ulaştırabilirsiniz.
NOT 4: 29 Ekim 2011 Cumartesi Günü, Saat 15: 00’da, Eskişehir Sivil Toplum Kuruluşları öncülüğünde, Cumhuriyetimizin 88. Yılını kutlamak amacıyla geleneksel hale gelen “Cumhuriyet Yürüyüşü” Gerçekleşecektir. Yürüyüş, Adalar Atatürk Caddesi girişinde başlayacak.

Arif ANBAR
Sakarya Gazetesi / MIH

18 Ekim 2011 Salı

Her şey Allahtan bilinirse…


Daha önceleri ‘kıl’a dahi zam yapılsa bizim insanlarımız tepkisini koyar, hakkını aramak adına eyleme geçerdi… Neden zam yapıldığını sorgular, zam yapanın karşısına dikilir ve çekinmeden verir veriştirirdi…

***

Bektaşi’nin biri her ne olursa olsun, ''Allahtan...'' dermiş.
Bir gün bir külhanbeyi bu Bektaşi’nin ensesine okkalı bir tokat patlatmış.
Bektaşi arkasını dönünce külhanbeyi: “Baba Erenler ne bakıyorsun? Allahtan!” demiş. Bektaşi: “Eyvallah evlat… Ben de Allahtan olduğunu biliyorum, ama hangi pezevengin eliyle yaptırdı diye merak ettim, ona baktım!

***

Bizim insanımız önceleri, Bektaşi gibiydi. Allahın takdiri derdi ancak sonrasında asıl sorumlusunu arardı, dersini verirdi.
Şimdilerde her şeyin sorumlusu sadece Allah oldu.
“Allahın takdiri, kul ne yapsın fikri,” insanımızın zihnine işledi.

***

Şimdilerde Allah kul,
Kul ise Allah sıfatı kazandı…

Arif ANBAR
Sakarya Gazetesi / MIH

12 Ekim 2011 Çarşamba

Kadınlar farkında değil / Özel Haber, röportaj

Mor Çatı Sığınağı Vakfı Gönüllüsü Selma Toluay: Kadınlar, sahip oldukları hakların ve erkeklerle eşit olduklarının farkında değiller. Eğitim kurumları küçük yaştan itibaren bu konuda eğitimler vermeye başlamalı.



Kadına yönelik şiddet her geçen gün artıyor. Kadın hakları savunucularına göre şiddetin önlenememesinin en önemli nedeni, yasaların uygulanmaması, kadınların haklarının farkında olmaması ve eğitimsiz erkek. Kadın Hakları Koruma Derneği Genel Başkanı Avukat Gönül İşler, devletin bu konuda büyük yaptırımlar uygulamasının şart olduğunu söyledi. Mor Çatı Kadın Sığınma Vakfı Gönüllüsü Selma Toluay da şiddetin medya sayesinde görünür olduğunu belirtti.

Anne Çocuk Eğitim Vakfı’ndan (AÇEV) Ecehan Balta ise şiddete maruz kalan kadının korunamadığını, şiddet uygulayan erkeğinde cezalandırılmadığını kaydetti.

 Hakları Koruma Derneği Genel Başkanı Avukat Gönül İşler, son iki yılda kadına yönelik şiddet olaylarının yüzde 1400 oranında arttığına dikkat çekti. Yargıçların yasaları uygulamadıklarını ve şiddet olaylarına tarafsız değil erkek gözüyle baktıklarını söyleyen İşler, “Ekonomik sorunlar, psikolojik bozukluklar, kadınlar ve erkeklerin aile içinde yanlış yetiştirilmeleri de şiddet olaylarının diğer nedenlerinden. Devletin bu konuda büyük yaptırımlar uygulaması şart. Bunun yanı sıra kadınların idari mekanizmalarda kayda değer roller alması gerekiyor. Kadınların mecliste ve yerel yönetimlerde en az yüzde 30 oranında temsilleri kadına şiddet sorununu büyük oranda bitirir” dedi.



Mor Çatı Kadın Sığınma Vakfı Gönüllüsü Selma Toluay da, “Aslına bakılırsa kadına yönelik şiddet zaten fazlaydı. Bu güne özgü bir şey olduğunu düşünmüyorum. Şu anda artmış olarak görünmesinin temel nedeni medya tarafından daha çok önem verilip gündem maddesi yapılmasındandır. Tabi bunun sağlanmasında da kadın örgütlerinin yaptığı dikkat çekici çalışmalar önemli rol oynamıştır” dedi.

‘MEB MÜFREDATA ALSIN’

Kadına yönelik şiddetin asıl sebebinin kadınların sahip oldukları hakları bilmemesi olduğunu savunan Toluay, “Kadınlar erkeklerle eşit olduklarının farkında değiller. Bunu sağlayabilmek için kadına küçük yaşlardan başlayarak kazanılmış hakları ve toplumsal eşitlikleriyle ilgili eğitimler verilmelidir. Bu eğitim faaliyeti Milli Eğitim Müfredatı içinde yer almalıdır” dedi.



‘ERKEKLER KORUNUYOR’

Anne Çocuk Eğitim Vakfı (AÇEV) Şiddetsiz Aileler İçin Baba Eğitim Projesi Koordinatörü Ecehan Baltaise kadına yönelik şiddetin temel nedeninin, şiddeti uygulayan erkeğin cezalandırılmaması ve şiddete maruz kalan kadının korunmaması olduğunu vurguladı. Balta şöyle devam etti, “Bunu aşmanın yolu yasaların tam anlamıyla uygulanmasından geçer. Tabii kadına şiddetin temel nedeninin eğitimsizlik olduğunu da söyleyebiliriz. Kadın örgütlerinin neredeyse tümü kadının haklarına ve eşitliğine yönelik sadece kadınlara eğitim veriyor.”

Kadınlarla Dayanışma Vakfı Gönüllüsü Figen Çaban ise konuyla ilgili görüşlerini şöyle özetledi: “Kadına şiddetin en önemli  nedeni, şiddetin meşru olarak gösterilmesidir. Bunun yanı sıra toplum, kadına şiddeti suç olarak değil, aile içi hal olarak görmekte. Tabii bir nedeni de kadınların sosyal ve siyasal yaşama girmemeleri için sistem tarafından şiddetin desteklenmesidir. Bu soruna yönelik yasalar son dönemde iyileştirildi. Ancak yargıçlar tarafından sağlıklı uygulanmıyor. Sorunu çözmek için öncelikle var olan yasaların sağlıklı uygulanması gerekir.


Arif ANBAR
Cumhuriyet Gazetesi - İstanbul Haber Servisi
http://www.cumhuriyet.com.tr/

Dışarıda asker kalmadı / Haber, röportaj

Şehit yakınları,  AKP’ye “Böyle terörle mücadele mi olur” diye seslendi.





Şehit aileleri 30 Ağustos Zafer Bayramı ve Şeker Bayramının ilk gününde şehitliklere akın etti. Hüznün hakim olduğu ziyaretlerde şehit aileleri gözyaşları içinde dualar okudu ve teröre lanet yağdırdı. Hükümeti terörü bitirmeye çağıran şehit aileleri, “Dışarıda asker bırakmadılar, böyle terörle mücadele mi olur?” dedi.




Edirnekapı Şehitliği’ne giden şehit aileleri “artık söylenecek söz kalmadığını, başka ailelerin ocağına ateş düşsün istemediklerini” belirtti. Şehit yakınları, “Her bayramda adresimiz burası, insanlar bayram yaparken biz şehitlerimizin yanında kan ağlıyoruz. Söz veriyorlar, terörü bitirmiyorlar” diyerek tepkilerini gösterdi.

Hükümetin dokuz yıldır terörü bitiremediğini söyleyen şehit aileleri, “Terör şehit cenazesine katılıp, gözyaşı dökmekle bitmiyor. Bu savaşın mutlaka bitirilmesini istiyoruz. Dedelerimiz Çanakkale’de Türk’üyle, Kürt’üyle birlikte savaştı. Bizi birbirimize düşürmekten başka bir şey yapmıyorlar” dedi.

Arif ANBAR
Cumhuriyet Gazetesi - İstanbul Haber Servisi

***

Ergenekon davasına tepki: Çadır eylemi / Silivri
Fotoğraflar: Arif ANBAR
Cumhuriyet Gazetesi - İstanbul Haber Servisi





Tutuklu Deniz Kurmay Albay Ercan İrençin'in ilkokula giden kızı Pelin İrençin: "Hakimler ve savcılar mahkemede uyuyorlar. Babam, hakkındaki suçlamalara karşı nasıl savunma yapacak."




Bölünme sürecinde uzatmaları oynuyoruz…

Bu gün ele alacağım konuyu defalarca yazdım. Bir daha yazmakta fayda var diye düşünüyorum. Yoğun, yoğun olduğu kadarda yapmacık gündemimizin arasında kaybolup gitmesin…

***

20.07.2011 tarihli, “Mezhebi Geniş” başlığını taşıyan yazımın son bölümünde “Gün olur terörist başı Abdullah Öcalan meclis kürsüsüne çıkıp: “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma…” Diye başlayan vekil andını okursa sakın şaşırmayın.” Demiştim.
Gelin bu öngörünün aslında ne kadar yakın olduğuna bir bakalım…

***

PKK’nın meclisteki siyasi uzantısı olan BDP’nin Milletvekili Aysel Tuğluk son olarak şu açıklamayı yaptı: “PKK geri çekilir ancak Öcalan’ı serbest bırakacaksınız. Yeni anayasada istediğimizi verirseniz de PKK silahsızlanacak.”
Yeni Anayasada istediklerinin, Demokratik Toplum Kongresinde (DTK) alınan “Demokratik Özerklik” kararları olduğu çıkarımı yapılabilir.

***

DTK’de alınan “Demokratik Özerklik” kararlarının “bazılarını” yine “Mezhebi Geniş” başlıklı köşemde yorumlayarak belirtmiştim. Bu açıklamanın üzerine yinelemenin yararlı olacağı düşüncesindeyim.

***

DTK KARARLARI

Demokratik özerklik:
“Türkiye siyasi ve idari yapısında demokratikleşmeyi sağlamak amacıyla ‘köklü bir reformu’ öngörür.”
Yani diyorlar ki: “Ben Kürt devletini kurmak istiyorum, bunu sindirerek yapmayı planlıyorum, bu nedenle eyalet sistemine ihtiyaç duyuyorum.”

Demokratik özerklik:
“Halkın karar süreçlerine dâhil olması için demokratik katılımcılığı savunur ve tüm yerel birimlerde meclis sistemini esas alır.”
Tam da bu noktada: “İstenilen meclis TBMM’nin çalıştığı şekliyle faaliyet gösterecek; meclis temsilcileri söz konusu eyaletten seçilecektir.”

Demokratik özerklik:
“Salt Etnik ve Toprak temelli özerklik anlayışı yerine kültürel farklılıkların özgürce ifade edildiği bölgesel ve yerel bir yapılanmayı savunur.”
Yani şundan söz ediyorlar: “Ulus devlet anlayışını kabul etmiyoruz. Ortak bir dil ve Anadolu kültürünü yok sayıyoruz. Ortak kültür öğelerinden ayrılmak istiyoruz.”

Demokratik özerklik:
“Bayrak ve Resmi Dil tüm Türkiye ulusu için geçerli olmakla birlikte her bölge ve özerk birimin kendi renkleri ve sembolleriyle demokratik öz yönetimini oluşturmasını öngörür.”
Bu madde zaten her şeyi açıklıyor: “Ortak Türk Bayrağını, Ortak Türk Dilini, Ortak Anadolu Kültürünü, İstiklal Marşını, Para Birimini, Milli Takımını vs. Tanımak istemiyor, Doğu Anadolu’yu Türkiye’den ayırıp, Diyarbakır başkent olmak üzere tam bağımsız bir devlet kurmak istiyorlar.”

***

DTK kararlarının ve son olarak Tuğluk’un açıklamalarına bakıldığında bölünme sürecinin müthiş bir koordinasyon içerisinde işlediği gözleniyor.
Peki, süreç bu kadar açık işlerken neden durdurulamıyor?
Cumhuriyet Savcılarının uyuyor olmasından olabilir mi?
Ya da Esad’a, “sen halkına zulüm ediyorsun, ben bunu kabul edemem, Suriye’ye yaptırım uygulayacağım” diyen Başbakanın, Türkiye’deki zulümden haberdar olamaması? Bir seçenek daha var tabi, haberdar olup da görmezden gelmesi?!
Dahası ve en acısı, Türk halkının bilinçli sindirilişi, sesinin kesilişi…

***

Evet, 2002’den beri istediği her taviz verilen PKK, siyasi uzantılarının desteğiyle, istediğini almaya emin adımlarla ilerliyor.
Bırakın artık padişahım çok yaşa naraları atar misali Başbakan çığırtkanlığını.
Başbakan terörü bitirip bölünme sürecini önleyebilseydi, bu güne kadar yapardı.
Bu süreci önleyecek olan yalnız vatanperver halktır.

***

Bölünme sürecinde uzatmalar oynanıyor.
Sürecin başarıyla tamamlanacağı kesin.
Uyanmazsak…


Arif ANBAR
Sakarya Gazetesi / MIH
http://www.sakaryagazetesi.com.tr/yazar_haber.asp?yazar=22#yazar

Şilili Camila Türkiyeli Berna

Camila Vallejo…
Şili’deki öğrenci ayaklanmasının lideri.
Parasız eğitim istiyor.
Dört aydır mücadele ediyor.
Hükümete karşı tavır alıyor.
Polisle çatışıyor.
Arkasına aldığı yüz binlerce destekçisiyle…


***

Camila,
Nakliyat işçileri ve kamu görevlilerinin de grev yapmasını sağlıyor.
Kültür Bakanı Tatiana Acuna’yı bakanlıktan ediyor,
Eğitim Bakanı Felipe Bulnes ile masaya oturuyor,
Hükümetin itibarını sarsıyor.

***

Camila,
Eğitim Bakanıyla görüştükten sonra, parasız eğitim konusunda ümitlerinin arttığını söylüyor. Hakkımızı alana dek mücadelemiz sürecek mesajını da altını çizerek veriyor.

***

Berna Yılmaz…
Başbakan Erdoğan’ın 14 Mart 2010’da “Roman Açılımı” toplantısına katılıyor, arkadaşı Ferhat Tüzer’le “parasız eğitim istiyoruz, alacağız” pankartı açıyor.
Berna, arkadaşı Tüzer’le yaka paça uzaklaştırılıyor.
Berna okuldan atılıyor.
Berna’ya, terör örgütü üyesi olması iddiasıyla 15 yıla kadar hapis isteniyor.
Savcı Kasım İlimoğlu, Berna’nın tahliyesini istiyor ancak bu talep mahkeme tarafından reddediliyor.
Berna’nın tutuklu yargılanmasına karar veriliyor.
Berna’nın tahliyesinin isteyen savcı sürgüne gönderiliyor.
Berna 17 aydır hapiste.
Dava devam ediyor…

***

Camila, Şili’de, kanunlarda da belirtilmiş olan eylem hakkını kullanıyor, parasız eğitim istiyor.
Berna, aynısını Türkiye’de yapıyor.
Camila, Eğitim Bakanıyla müzakere masasına oturuyor.
Berna, hapiste çile dolduruyor.
Türkiye’deki demokrasi çığırtkanları ise,
Kına yakıyor!..


Arif ANBAR
Sakarya Gazetesi / MIH
http://www.sakaryagazetesi.com.tr/yazar_haber.asp?yazar=22#yazar 

Günün fotoğrafı

Günün fotoğrafı
Yılkının özgürlüğü, Mahmudiye / Arif ANBAR