11 Ekim 2011 Salı

Tekel direnişçileriyle tarihi söyleşi / Belge, Haber / Ankara

Ya hakkımızı alırız ya da ölürüz!

AKP Genel Merkez Binasının önünden kovuldular! Abdi İpekçi Parkı’ndan, polise hiçbir karşılık vermeden; biber gazı, panzer ve coplarla kovuldular! Şimdi Kızılay’da bulunan Bayındır Sokakta yaşıyorlar. “Polis buraya gelirse ve kovarsa yine karşılık vermeyeceğiz çünkü onlar da bizim kardeşimiz, dostumuz, arkadaşımız… Yabancı değiller. Onlar sadece emredileni yapıyorlar… Biz direnişimizi sürdürecek başka bir yer daha buluruz. Bütün Ankara bizim nasılsa!” Diyorlar. TEKEL işçileri… Tam 64 gündür “özlük haklarımızı istiyoruz” çığlıklarıyla doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine; yurdun dört bir yanından Ankara’ya gelen “TEKEL işçileri”, aynı amaç etrafında bütünleşmiş eylemlerini kararlılıkla sürdürüyor.  Her defasında yaptıkları eylemin yasal olduğunu dile getiren sendika yöneticileri ve işçiler, asıl hukuksuzluğun hükümet tarafından yapıldığını iddia ediyorlar ve hükümetin tehditleri karşısında yılmayacaklarını, istediklerini alana dek direneceklerini söylüyorlar.



Ölü toprağı üzerimizden attık

Bayındır sokakta bulunan Türk-İş Sendika binasına gittiğimde ve bina güvenliğine sendika yöneticileriyle görüşmek istediğimi söylediğimde bana “onları burada bulamazsınız” diyor ve karşıdaki çember halinde duran kalabalığı göstererek “yöneticiler işçilerin arasında sohbet ediyor, dertlerini dinliyor” açıklamasını yapıyor. Hemen oraya yöneliyorum ve TEKGIDA-İŞ Sendikası Genel Sekreteri Mecit Amaç ile yine TEKGIDA-İŞ Genel Eğitim Sekreteri Mustafa Akyürek’i yakalıyorum ve sohbet etmek ister misiniz dememe kalmıyor, başlıyorlar anlatmaya… Önce TEKGIDA-İŞ Sendikası Genel Sekreteri Mecit Amaç başlıyor konuşmaya ve ben gelmeden önce tartıştıkları konuya değinmek istediğini söylüyor: “Sayın Başbakan her yerde Ankara’ya böyle bir tablonun yakışmadığını, bizi ay sonunda Abdi İpekçi’de yaptıkları gibi buradan da kovacaklarını söylüyor. Tabi ki yakışmıyor ama bu tablo eylemi yapanlara değil hükümete aittir. Biz ister miyiz soğukta dumanın altında rezillik çekmeyi? Anayasamızda yurttaşın hak talep etme özgürlüğü vardır. Bizim yaptığımız eylem yasal. Başbakan bunu bile bile alın 4C’yi ve gidin diyor. Ama biz Sayın Başbakanın tehditlerinden, polisin copundan, biber gazından, panzerinden korkmuyoruz. Ankara’nın her yeri bizim. Buradan da sökerlerse başka bir yerde mücadelemizi sürdüreceğiz” diyor ve ekliyor: “Başbakana bu tehditler yakışmıyor”. Peki, uzun yıllardır böylesine ses getiren ve kararlı bir direniş Türkiye’de yaşanmadı. Bu konuyu toplum duyarlığı açısından nasıl değerlendirirsiniz, Halkın tepkileri nasıl? Uluslararası sendikalardan samimi destekler alabiliyor musunuz sorularını yönelttiğimde Mustafa Akyürek atılarak: “buna ben yanıt vermek istiyorum” diyor ve anlatmaya başlıyor: “ İşçinin ve sendikalarımızın üzerindeki ölü toprağı atmayı başardık. Türkiye’de yaklaşık kırk yıldır böyle direniş görülmedi. Onca eziyete rağmen işçilerimiz dinç kararlı ve kendine güveniyor. Halkımızın muazzam desteği var. Ayrıca uluslararası sendikalardan çok ciddi destekler alıyoruz. Buraya gelip bizi ziyaret ettiler ve maddi manevi her türlü destekte bulundular”.



Totaliter rejime doğru

Sohbet arasında dışarıda, soba üzerinde demlenen çaylarımız geliyor ve çaylarımızı yudumlarken “Amaç’a CHP’nin direnişe olan yaklaşımını, somut bir destek görüp görmediklerini ve CHP’den beklentilerini soruyorum. Amaç: “biz İstanbul’dan Ankara’ya doğru yola çıkarken herkese destek çağrımızı yaptık. Tabi ki CHP’nin de destekleri oldu. Meclisteki parlamenterler sorunlarımızı dillendirmiş ve bizi ziyaret etmişlerdir. Ayrıca şuan kaldığımız bölge CHP belediyesi olan Çankaya Belediyesi’nin. Sağ olsun Çankaya Belediyesi desteklerini hiç eksik etmedi.” Peki, diğer partiler diye sorduğumda Amaç, MHP ve BDP’ den de destek aldıklarını söylüyor ve kaşlarını çatarak biraz sinirli: “Aslında AKP’den de bize destek var. Biz bunları biliyoruz. AKP’nin yerel belediyeleri Sayın Başbakandan korktukları için bizi destekleyemiyorlar. Parlamento içinde de AKP’den 4C’nin kalmasını isteyen vekiller var ancak Sayın Erdoğan’dan çekindikleri için bunu kamuoyuyla paylaşamıyorlar. Tek kişilik totaliter rejime doğru gidiyoruz. Erdoğan bu ülkede başbakanlık değil padişahlık yapıyor. Padişaha da kimse sesini çıkaramaz maalesef”. Daha sonra dikkat kesilmiş Akyürek’e dönerek, Erdoğan’ın da bir sendikacılık dönemi olduğu ve hak arama mücadelesi içerisine girdiği biliniyor. Şimdi TEKGIDA-İŞ Sendikası olarak, Sayın Erdoğan tarafından size saldırı yapıldığını ve Erdoğan’ın sizi tehdit ettiğini iddia ediyorsunuz. Acaba o dönemden bu güne kadar ne değişti diye sorduğumda Akyürek derin bir nefesle iç geçirdi ve tebessüm dolu ifadeyle, zamanında Süleyman Demirel’in dediği gibi dün dündür, bugün bugündür politikasıyla karşı karşıyayız. O gün başbakanla sendikacılık yapan birçok kişi parlamentoda. Zamanında Bülent Arınç ve birçok vekil konferanslarımıza katılıp bizi destekleyeceklerini ifade ediyorlardı ama ne oldu? Şimdi sırtımız kanıyor. Türkiye’de sendikacıda olsanız muhalefette olsanız iktidara geldiğiniz zaman değişiyorsunuz.”



Başbakan’ın pusulası şaşmış

Akyürek’e bir telefon geliyor; özür dileyerek gitmek zorunda olduğunu belirtiyor ve teşekkürlerini sunarak aramızdan ayrılıyor. Sohbetimize Mecit Amaç’la devam ediyoruz.   
Bir televizyon programında Ali Kırca’nın konuğu olan Başbakan, bu eylemi bindirilmiş kıtaların yaptığını ve sendikaların eylemi yönetemediklerini söylüyor. Ne dersiniz bu konuda? “Biz bindirilmiş kıtalar değiliz. Yaptığımız anket, işçilerimizin %99’unun bu eylemi desteklediğini ortaya koyuyor. Sayın Başbakanın pusulası şaşmış. Eğer bindirilmiş kıtalar olarak bizi destekleyen esnafı, öğretmeni, memuru, siyasi partileri ve öğrencileri kastediyorsa onlar bizim gönül dostlarımızdır. Şimdiye kadar başbakanın bağırdığı kimse ona direnemedi. Şimdi karşısında 4C’yi hukuksal yollarla tarihe gömecek kararlı bir kitle var.  Erdoğan bundan korkuyor, uykuları kaçıyor. Bize bu yüzden saldırıyor. Bunu biliyoruz.”

Gafil Avlandık

Sendika olarak sürekli hükümeti eleştiriyorsunuz, yanlış bir politika içerisinde olduğunu vurguluyorsunuz. Peki, yaptığınız bu direniş sizce gecikmiş bir direniş değil midir? Özelleştirmelere başlandığından itibaren böyle tepkiler konabilseydi daha sağlıklı olmaz mıydı? Aradan yedi yıl geçti. Neden bu kadar geç anlaşıldı? Mecit Amaç önce soruma teşekkür ediyor ve biraz heyecanlı, hemen cevaplıyor: “Özelleştirme politikasını TEKEL’e uygularken çok titiz ve kurnaz davrandılar. Biz TEKGIDA-İŞ Sendikası olarak on beş yıldır özelleştirmelere karşı mücadele veriyoruz. On beş yıldır il il dolaşarak sempozyum ve konferanslar düzenledik. Hatta zamanında Bülent Arınç, Mehmet Ali Şahin, Dengir Mir Mehmet Fırat gibi isimler konferanslarda bizi destekliyorlardı. Öyle ki Bülent Arınç: “siz sokağa inin biz önünüzde olacağız, TEKEL’i özelleştirenler vatana ihanet ediyor ve bunlar yüce divanda yargılanacak” diyordu. Bunlar basına yansıdı. Biz bu sözlere inandık. Daha öncesinde AKP iktidarı döneminde alkol ve sigara fabrikaları özelleştirilirken işçilerimize özlük hakları verilip,  bir kamu kuruluşuna yerleştirildiler. Eylem yapabilmemiz için hiçbir neden kalmadı. Yani bizim eylem yapabilmemizin önünü kestiler. O gün 4C uygulanmak istenseydi ya da bu kurnaz oyunu görebilseydik direnişe o gün başlardık. Biz bu kurnaz oyuna gafil yakalandık. Bunu bir özeleştiri olarak kabul etmem gerek.”

Sendika yöneticileriyle sohbetimden sonra işçilerin arasına karıştım ve ilk dikkatimi çeken çadır Bitlis çadırıydı. Hemen içeri girdim…



Çadırkent’e ilk mektup

Bitlis çadırına girdiğimde çadır sakinleri sanki beni tanıyormuşçasına samimi ve sıcak karşıladılar. TEKGIDA-İŞ Bitlis Şube Başkanı Can Yenisöz’de oradaydı ve heyecanla elindeki zarfı göstererek, daha yeni gelişen bir olayı anlatacağım dedi. Lütfen dediğimde, Bitlis’i temsil ettikleri çadıra “Bitlis Merkez Kapı” ismini koyduklarını söyledi. Yenisöz devam etti: “Bir fotoğrafçı çadırımıza geldiğinde çektiğim fotoğrafları size nasıl ulaştırabilirim diye sordu. Ben de Sakarya Meydanı, Tunalı Caddesi, Tekel İşçileri Bitlis Merkez Kapı Çadırı, Kızılay / Ankara adresini verdim. Mektup, posta yoluyla söylediğim adrese geldi. Yani adres, PTT kayıtlarında olmamasına rağmen tuttu. Artık herkes burayı biliyor. Bu çok sevindirici…

Halk Yanımızda

Bitlis çadırından çıkıyor ve Hatay çadırına uğruyorum. Çocuğunu kucağına almış Ayşe Hanım ve yanı başında oturan Mevlüde Hanım, “ eşlerimiz işinden dolayı buraya gelemiyor, biz onlar adına da mücadele veriyoruz. Sağ olsun Ankara halkı çok duyarlı ve bizi destekliyor. İnşallah sonuna kadar direneceğiz.” Ardından Samsun çadırına gidiyorum, üç çocuğum var diye başlıyor Sevda hanım söze, kendinden emin: “onları özlüyorum ama cop da yesem, üstüme panzerlerde gelse ölüm pahasına direneceğim, direneceğiz...” Samsun çadırından çıktım ve biraz ilerideki İzmir çadırına girdim. Gördüğüm en büyük çadır ve çok kalabalık. Arif Bey ben konuşacağım ama sözümü hiç kesme diyor. Buyurun demeye kalmıyor başlıyor anlatmaya: “iki aydır mücadele veriyoruz ve halkımızdan güç alıyoruz. Geçen gün 85 yaşında bir nine çadırımıza geldi ve bize sıcacık yaprak sarması getirdi. Gözleri dolu dolu keşke ikanım olsa da daha fazla getirebilsem dedi. Sonra toplum tarafından dışlanan eşcinsel kardeşlerimiz bize iki defa yemek getirdi”. Hızlı hızlı konuşarak devam etti Arif Bey, Bakın biz Kürt’üyle, Türk’üyle, Laz’ıyla Çerkez’iyle, Alevi ve Sünni’siyle kardeşçe geçiniyoruz. Ayrışmayı halk değil, egemen güç olan hükümet yapıyor…”

     

Ölüm pahasına direneceğiz

Saat 15.00’a geldiğinde açlık grevi yapan Tekel işçileriyle görüşmeye izin veriliyor. Bende hemen Türk-İş binası toplantı salonuna gittim. Halil Beye sohbet için ricada bulunduğumda nezaketle karşıladı ve hemen ardından araya giren Mehmet ve Binali Bey bizde söyleyelim ortak görüşümüz olsun dediler. Peki dedim. “Biz ölene kadar buradayız diye başladılar ve başbakanın haklarını çaldığını, bu yüzden gaspçı olduğunu iddia ettiler. “Sendikanızın isteği doğrultusunda arkadaşlarınız açlık grevini bıraktı. Siz neden devam ediyorsunuz diye sorduğumda Mehmet Bey önce davranarak, “belki bizim yüreğimiz daha fazla yanmıştır” cevabını verdi.

Behramoğlu ve Aleyna 

Kafamı kaldırdığımda Sanatçı, aynı zamanda bilim adamı Ataol Behramoğlu’nu gördüm. İşçilere destek için gelmişti ve onlarla sohbet ediyordu. Halil, Binali ve Mehmet Beylerden müsaade edip yanına gidip biraz dinledim. Konuşma esnasında dikkatimi en çok çeken Behramoğlu’nun yanında oturan küçük Aleyna’ydı. Kim olduğunu sormadım ama Behramoğlu’nun sorduğu soruya verdiği cevap düşündürücüydü. Behramoğlu: “Aleyna söyle bakalım Türkiye nasıl değişir? Aleyna’nın verdiği cevap: Tayyip değişirse Türkiye’de değişir. Bu cevabı hangi düşüncelerle söylediği bilinmez ama küçücük bir çocuğun bunu söylemesi insanı düşünmeye sevk ediyor.



İşte, Ankara’da aslında insanlık manzarası denilebilecek tarihi bir dönem daha yaşanıyor. TEKEL işçileri hakları için gece, gündüz, soğuk, açlık demeden savaşıyor. İstediklerini alabilirler mi bilinmez ancak onlar her ne olursa olsun mücadelelerine devam edecekler gibi görünüyor…

Arif ANBAR
Eskişehir Anadolu Gazetesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Günün fotoğrafı

Günün fotoğrafı
Yılkının özgürlüğü, Mahmudiye / Arif ANBAR